Y |
urtsever Sola Burjuvalardan |
urtseverlik Dersleri |
Burjuva milliyetçiliğinin her türlüsüne, özellikle de 'sol' versiyonlarına karşı mücadele devrimci Marksistler için vazgeçilmezdir, çünkü bugün ve istisnai durumlar dışında her zaman devrimci olmakla olmamak arasındaki farkı belirleyen temel ölçütlerden biri ulusalcılığa ve yurtseverliğe karşı durma iradesidir. Kuzey Irak'taki politik değişimin ve bayrak provokasyonunun ardından oluşan milliyetçi atmosfer bu mücadeleyi daha da vazgeçilmez hale getirmiştir.
Emperyalizm piramidinin üst basamaklarında bulunan ülkelerde sosyal-yurtseverlerin (sosyal-şovenlerin) söylemleriyle yönetici sınıfın söylemleri arasındaki yakınlığı gözler önüne sermek kolaydır, ancak Türkiye gibi piramidin daha alt basamaklarında bulunan ülkelerde sosyal-yurtsever ideoloji çoğu zaman üçüncü dünya milliyetçiliğiyle karikatürleştirilmiş bir Marksizmin bulamacı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye gibi alt-emperyal güçlerin büyük emperyalist güçlerle pazarlık ve rekabetlerinde sık sık geri adım atması ve böyle sorunlarda egemen sınıf içinde zaman zaman beliren görüş ayrılıkları sosyal-yurtseverlerin anti-emperyalist demagojiyi çok iyi kullanmalarını sağlar. Türkiye'de bunların genel söylemi hükümetlerin ve tekelci sermayenin işbirlikçi, ordunun ise anti-emperyalist olduğudur. Birçokları bunu bu kadar açık söylemez, ancak yerli silah sanayisini desteklemekten de geri kalmazlar (TKP). Ordunun tamamen gerici olduğunu kabul eden bazı gruplar da bunu ordunun da emperyalizmin kölesi olduğu iddiasına dayandırıyorlar; bu anlayışları onların da vatan ve bağımsızlık korosuna katılmalarına neden oluyor. Sosyal-yurtseverler politikalarını hep hükümetin ve büyük sermayenin IMF, ABD, AB vb. uşaklığı üzerine kurdular, orduyu bütün eleştirilerden muaf tuttular. Şurası açıktır ki; her ne kadar Türkiye yönetici sınıfları arasında ordunun da taraf olduğu bir bölünme sürese de, kendisi de tekelci finans kapitalin bir parçası olan askeri bürokrasi Türkiye'nin uluslararası finans kapitalle bütünleşmesini destekliyor. Bu yüzden de, mitinglerde açılan "ORDU GÖREVE" pankartını görmeyen generaller Yurtsever 'sol'un gümrük birliği ek protokolünün imzalanmaması için kopardığı yaygarayı da duymadı. Devletin fabrikalarının yabancılara satılması generallerin vatanseverlik duygularını incitmedi. Hükümetleri hizaya getirmekte usta olan generaller bu kez Tayyip'le aynı hizada olduklarını ortaya koydular. Zaten Tayyip de ABD'nin Kuzey Irak'taki PKK gerillalarına karşı harekete geçmemesi üzerine gerekirse kimseye sormadan sınır ötesi operasyon yapılabileceğini söylerken generallerin sözcüsü gibi konuştu.
ABD ya da Batı Avrupa ülkeleri gibi büyük emperyalist güçlerin aksine Türkiye'de emperyalizmin tam olarak neyi ifade ettiğini çok iyi bilmek gerekiyor, çünkü emperyalizm anlayışları sol grupların programlarını ve politikalarını şekillendiriyor. İP'in solundaki çevrelerden devlete karşı silahlı mücadele veren partilere kadar solun büyük çoğunluğu Batı Avrupa ve ABD dışında tüm dünyayı emperyalizmin egemenliği altındaki bağımlı ülkeler olarak görüyor; sermaye birikim düzeyi, sınıfsal bileşim, jeopolitik konum, tarihsel gelişim gibi faktörleri bir yana atarak bütün bu ülkeleri aynı kefeye koyuyor. Aslında, bu faktörler her birinin emperyalist sistemdeki yerlerini, yani kendilerini ilgilendiren sorunlarda karar verme gücünü, başta büyük emperyalist güçler olmak üzere diğer ülkelerle olan ilişkilerindeki konumlarını belirliyor. Anti-emperyalizmi mekanik bir biçimde ele alan Türk solu Türkiye'yi de yarı-sömürge ya da yeni sömürge olarak görüyor ve egemen sınıfın politikasını bu bakış açısıyla değerlendiriyor. Oysa Türk burjuvazisinin emperyalizm piramidinde yükselmek gibi bir hedefi (hayal değil) var. Örneğin, AB'ye katılım bu hedefin gerçekleşmesi için hayati öneme sahip. AB'nin son birkaç yıldır Türkiye'ye artan ilgisi de Ortadoğu'nun geleceğinde söz sahibi olma isteğinin ve bunun için TC'ye duyduğu ihtiyacın sonucu. Bu ihtiyaca rağmen üyelik sürecini erteleme çabaları da TC-AB ilişkisinin bir sömürgeci-sömürge ilişkisi olarak görülemeyeceğini kanıtlıyor. Aksine, AB üyeliği Avrupa-ABD rekabetinin kızıştığı bir ortamda TC'nin pazarlık gücünü arttıracaktır.
Milliyetçiliğin ulusalcılık, yurtseverlik, bağımsızlık gibi isimlerle ve sol ya da devrimci değerlere yapılan vurgularla 'sosyal'leştirilmesi işçi hareketinin ve sol hareketin burjuvazinin önce ideolojik sonra da maddi egemenliği altına sokulmasına hizmet eder; daha da kötüsü sol milliyetçilerin söylemleriyle büyük patronlarınkiler şimdilerde olduğu gibi sık sık örtüşür. Bunu kanıtlamak için elimizde örnekler var; gittikçe hızlanan özelleştirme süreci ya da "yurtsever benzin" gibi.
Yurtsever solcular ve sendika ağaları özelleştirmelere karşı mücadeleyi vatan mücadelesi gibi göstermeye çalışarak işçi eylemlerine sınıflarüstü bir görünüm vermeye, böylece de işçi sınıfının dışındaki kesimlerden destek sağlamaya çalışıyorlar. Eleştiriler genelde yönetici sınıfın bir kesimine, çoğunlukla da hükümete yöneltiliyor; onların arkasında da emperyalizmin olduğu söyleniyor. Bu anlayış işçilerin sınıf bilinçlerini körelttiği gibi, sözde "vatan mücadelesi"nin ilgi görmemesi de işçilerin saflarında demoralizasyonu körüklüyor. Erdemir'in özelleştirilmesi gündemdeyken yurtsever solcular büyük patronları ve onların hükümetini memleketi satmakla suçlarken burjuva saflardan bu iftiraları yalanlarcasına sesler yükseliyor. Eski Koç Holding yöneticilerinden Tuğrul Kutadgubilig 'Özelleştirmeye karşı değilim, ama Erdemir stratejik, satılmamalı. Halka açılsın.' dedi.
Yurtseverlikte en iddialı çıkanlardan biri de Aydın Doğan oldu. Aydın Doğan'a satılan (yabancılara değil) Petrol Ofisi önce bio mazotu, sonra da bio kurşunsuzu piyasaya çıkardı. Hürriyet'in haberine göre "BioBenzin" markasıyla satılan "yurtsever benzin"e %2 oranında, yerli tarım ürünlerinden elde edilen bioetanol eklen-meye başladı. Habere göre, Petrol Ofisi'nin yurtsever olmasının nedeni, mısır ve buğdayın fermantasyonu ile elde edilen Bioetanol'ü kullanarak, yerli tarım ürünlerine pazar oluşturması, böylece yerli tarımı desteklemesi ve benzine ya da mazota %2 oranında eklenen maddeyle benzinde dışarıya bağımlılığı azaltıp, yılda 25 milyon $ döviz tasarrufu sağlayabilmesi. Cumhuriyet'in Bilim Teknik ekinde, bu gelişmeyle ilgili olarak ATO Başkanı Sinan Aygün "...Akaryakıt ithalatına ödenen 7-8 milyarlık döviz azalacak" yorumunda bulundu.
Eğer yurtseverlikle kelimenin burjuva anlamında yurtseverlik kastediliyorsa burada yurtseverlik sıfatını hak eden burjuvalardır. Zaten yurtseverlikten kastımız da bu olmak zorundadır, çünkü yurtseverlik ideolojisi tarihsel olarak burjuvadır; sömürgelerdeki ulusal devrimci hareketlerin ilerici yurtseverlik anlayışları da dahil. Köklerini burjuva devrimlerinden alan yurtseverlik ideolojisi burjuva milliyetçiliğinin bir türevidir. Emekçilerin ve tüm toplumun kafasında yurtseverlik kendi yurdunu başka yurtlardan çok sevmekle eşdeğerdir ve bunu değiştirmeye çalışmak zihinlerde ciddi bir anlam ikiliği yaratır. Gerçek yurtseverliğin işçi sınıfının çıkarlarını savunmaktan geçtiğini, çünkü insanlığın kurtuluşunun işçi sınıfının kurtuluşuyla mümkün olduğunu iddia ederek bir mantık oyununa girenler enternasyonalizmin adını bile anmaya çekini-yorlar. Sol dergisinin "Asker İktidardan Düştü mü" manşetli sayısındaki bir makalede 1.Emperyalist Savaş'ta Avrupalı sosyal-demokrat partilerin kendi burjuvazilerine destek vermeleri vatan hainliği olarak değerlendiriliyor. Lenin de o günlerde bu 'vatan hainleri'ne karşı hayatının en zorlu mücadelesini verirken bir kez bile onları vatana ihanetle suçlamadı; onlar için "sosyal-yurtseverler" diyordu. O zaman söyleyecek bir tek şey kalıyor; ya Lenin haksız, ya da bizim yurtsever 'komünistler'. Lenin'in partisi devrimi zafere ulaştırdı; bunların ellerinde ise Türk bayrakları var. Herşeyi bir yana bıraksak bile enternasyonalist ilkeleri -enternayonalizmin adını bile anmadan- sırf vatanın çıkarları için savunmaları söylenen işçiler proleter sınıf bilincini kazanamazlar.
Mustafa Yalınalp
Eylül 2005