KADININ KURTULUŞU VE SOSYALİZM

Troçki bu sistemin neden değişmesi gerektiği ve yeni bir topluma niçin ihtiyaç duyulduğunu anlamak isteyenlerin dünyaya bir kadının gözüyle bakmalarının yeterli olacağını söylemişti. Bu söz devrimci Marksistlerin sınıflı toplumlara bir son verme isteklerinin sadece sömürme ilişkisine dur demek olmadığını ayrıca sömürme ilişkilerinden kaynaklanan her türden ezme-ezilme ilişkisini de yok etmek istediklerini çok iyi özetliyor.
Bir kadın işçi kapitalizmin bu iki pisliğini (sömürülme ve ezilme) birlikte yaşıyor. İşçi olmasından dolayı kapitalistler tarafından sömürülen kadın, ailenin işgücünün yeniden üretimine hizmet etmesi nedeniyle de sistem tarafından eziliyor. Kadınlar ya bütün gün evişlerini yapmak üzere eve hapsediliyorlar ya da bir yandan çalışırken akşam eve geldiğinde de evişleri yükünü üstlenmek zorunda kalıyorlar. Kadın işçi, ezilme kaderini diğer sınıflardan kadınlarla da paylaşıyor, ancak ezilmenin köken ve içeriğindeki farklılıklarla. İşçi kadın, bir işte çalışmanın yansıra ev işleri ve çocuk bakımıyla uğraşmak zorunda olduğundan iki yükün altında kalıyor. İşçi sınıfı ailelerindeki çalışmayan kadınlar ise sistem tarafından ev işleri, çocuk bakımını içeren bir çalışma temposuyla eve kapatılıp sosyal yaşamdan koparılarak eziliyor. Orta sınıf ve burjuva ailelerdeki kadın ise hizmetçiler sayesinde ev işi ve çocuk bakımı yükünden kurtulsa bile çoğunlukla üretim dışında kalmaya devam ediyor. Bu ailelerde koca zenginliğin asıl sahibi ve kontrolünü elinde tutan kişi oluyor. Ayrıca evlilik aileler arasındaki bir tür ticaret ilişkisinin uzantısı, kadın da bu ilişkinin kalıcılığını sağlayan bir nesne oluyor.


Kadınlar Tarihin Her Döneminde Ezildiler mi?

Marksizm kadının ezilmesini sınıflı toplumların kurulması, özel mülkiyetin doğuşu ile başlatır. Engels "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökenleri" adlı eserinde bu üç sürecin (ailenin, özel mülkiyetin ve devletin ortaya çıkışı) nasıl eş zamanlı geliştiğini açıklar. Engels, kadının ezilmesinin nasıl başladığını şöyle tarif eder: "Tarihte rastlanan ilk sınıf çelişkisi monogamik ailede kadın ve erkek arasındaki çelişkiyle ve ilk sınıfsal baskı, dişi cinsin erkek cins tarafından ezilmesiyle eşzamanlıdır."
Kadının ezilmesi, tarihin belli bir anında, toplumların sınıflara bölünmesiyle ortaya çıkmıştır ve ancak sınıflı toplumların ortadan kalkmasıyla yok olacaktır. Kadının ezilmesinin nedenini erkekler olarak gösteren feminizm ideolojinin aksine, Marksizm ezilmenin kaynağını sistemde arar.


Kadının Ezilmesine Yönelik Farklı Yaklaşımlar: Feministler
Feminist yaklaşımda kadınların ezilmesinin erkek egemenliğinden kaynaklandığı savunulur. Feministler açısından toplumun sınıflara bölünmesi kadının ezilmesinin başlangıcı olamaz. Tüm toplumlarda erkeklerin kadınların ezilmesinden çıkarı olduğu iddia edilir. Bu nedenle sınıfılı toplumların ortadan kalkışını başlatacak bir devrim de kadın sorununu çözmeyecektir. Sosyalizmde de erkeklerin kadınların ezilmesinden çıkarı devam edecektir. Bu yüzden, feministler kadınların kurtuluş mücadelesi ile işçi sınıfının mücadelelerini ve sosyalizm mücadelesini birbirden ayrı olarak görür.
Feministleri yekpare bir bütün olarak görmek doğru değildir. Ancak, işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi ile kadınların özgürlük mücadelelerini birbirinden ayırmak noktasında hepsi ortaklaşır. Feministler arasında sınıf mücadelesine bir anlam biçenler olsa da sınıf mücadelesinin kadının ezilmişliği ile ilişkisi olmadığını söyleyip bunun için kadınların erkeklere karşı ikinci bir mücadeleye girmesi gerektiği söylerler. Pratikte bunun anlamı "Kadının kurtuluşunu merkezine alıyorsan sınıfı mücadelesine arkanı dönmüş olursun" şeklindedir.


Kadının Ezilmesinden Erkeklerin Çıkarı Var mı?
Tanıdığım bir erkek işçi ailesini geçindirmek için bir işte çalıştığı yetmezmiş gibi aldığı ücretle yaşamak mümkün olmadığından ek bir işte çalışıyor. Öyle ki yıllık iznini bile çalışarak değerlendiriyor. İki işi bir arada götürmenin ağırlığıyla evinde çok az zaman geçiriyor. Eminim hepimizin çevresinde böyle örnekler var. Şimdi kim kalkıp da bu adamın bütün evin yükünü yüklenmekten bir çıkarı olduğunu söyleyebilir. "Acımasız ve tehdit edici bir dünyada, işsizlik başının üzerinde Demokles'in kılıcı gibi asılı dururken, evin reisi rolüne sahip olmak bir erkek için ayrıcalık değildir."
Kadınların ezilmesinin temeli düşük ücretler, çocuk bakımının yetersizliği, aile kurumu, yeniden üretimin özelleştirilmesi, kadınların çifte yük altında ezilmesidir. Bunları işleyişi ve kurumları ile kapitalist sistem sağlar. Bu yapılar sınıflı toplumlar tarafından kurulur. Bunların konrtolü tek tek erkeklerin elinde olmadığı gibi erkek işçilerin denetimi altında hiç değildir. Kadının ezilmesi hem erkek hem kadın işçilerin çıkarına zarar verir.Hiçbir erkek işçinin eşinin düşük ücretlerle çalışmasından, tacize uğramasından, ikinci sınıf insan muamelesi görmesinden, çocuğunu bırakacak kreşler bulamamasından çıkarı olamaz.


Marksizm Kadının Ezilmesini Nasıl Açıklar?
Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabında bu konuya şöyle açıklık getirir:
"Tarihte son çözümlemede belirleyici faktör, günlük yaşamın üretimi ve yeniden üretimidir. Ancak bu kendi başına incelendiğinde, içiçe geçmiş iki süreç olduğu görülür. Birincisi, maddi gereksinim maddelerinin, yiyecek, giyecek, barınak ve bunların üretimi için gerekli aletlerin üretimi; ikincisi, türün yeniden üretimi."
Kapitalist sistemde kadınların ezilmesinin maddi kökeni ailenin işgücünün yeniden üretimine hizmet etmesidir. Kadının evde harcadığı emek, işgücünün kapitalistler yararına bedavaya yeniden üretimini sağlar: hem yeni nesillerin oluşturulması ve üretim sürecine hazır hale getirilmesi anlamında hem de işçiyi ertesi günkü çalışması için sosyal ve psikolojik açıdan hazırlama anlamında.


Kadınların Özgürleşmesi Kapitalizm Altında Mümkün mü?
Kadınlar 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ivme kazanan bir şekilde çalışma hayatına girmeye başladılar. 1950'de 15-64 yaş grubundaki kadınların gelişmekte olan ülkelerde % 50'si, gelişmiş/endüstrileşmiş ülkelerde % 47'si çalışıyordu. Gelişmiş ülkelerde 1950 yılında çalışan nüfus içinde kadınların oranı %36.7 iken, 1975'te % 40.6, 1985 yılına gelindiğinde ise; % 41.4 oldu. Yine, gelişmiş ülkelerde; 1985'lere gelindiğinde; bütün kadınların içinde çalışanların oranının % 47'den % 58'e yükseldiği görüldü. Bugün bir çok Avrupa ülkesinde yaşları 16-60 arası değişen kadınların % 35 ile % 60 arasında değişen bir kısmı, evlerinin dışında ücretli olarak çalışmaktadırlar. En önemli yükselme ise evli olup çalışan kadınlar arasında olmuştur. Günümüzde gelişmiş ülkelerde evli ve üç yaşın altında çocuğu olan kadınların % 40'ından fazlası ücret karşılığı çalışmaktadırlar.
Türkiye'de de benzer bir durum yavaş da olsa yaşanıyor. Türk-İş'in yapmış olduğu "Türk Kadınının İş Yaşamındaki Yeri' başlıklı araştırmasına göre, Türkiye'de kadınların üçte biri iş yaşamında yer alıyor. Ücretli çalışan 1.5 milyon kadın içinde, SSK`lı kadın sayısı 400 binin üzerine çıkarken, memur olarak 500 bine yakın kadın çalışıyor. Sektörlere göre tekstil, öğretmenlik, tıp ile ilgili meslekler kadınların çoğunlukta olduğu ya da kadın erkek sayısının birbirine yaklaştığı alanlar olarak göze çarpıyor. Çalışan kadınlar, uzmanlık gerektirmeyen mesleklerde yoğunlaşırken, işgücü piyasasındaki kadınlar, genelde kısmi çalışma, geçici çalışma ve evde çalışma gibi atipik ve kayıtdışı istihdam biçimlerinde ağırlıklı olarak yer alıyor.
Hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde kadınlar işgücünün parçası oldukça taşıdıkları çifte yüke farklı tepkiler vermeye başladılar. İş yaşamına giren kadınların beklentileri ve istekleri değişti. Maddi olanaklarının el verdiği ölçüde bunları gerçekleştirdiler. Doğum kontrolü yöntemleriyle aile içinde çocuk bakma sorumluluklarını bir nebze azalttılar. Geleneksel kadın ve erkek rollerine karşı tavır aldılar.
Bu, Marks'ın önceden öngördüğü bir gerçekti:
"Kapitalist sistem altında, eski aile bağlarının çözülmesi korkunç ve tiksindirici görülebilir; ancak, modern sanayi kadınlara, gençlere ve her iki cinsten çocuklara aile ortamının dışında, üretim sürecinin önemli bir parçasında yer vererek, aile ve cinsler arasındaki ilişkilerin daha gelişmiş biçimlere ulaşması için gerekli yeni bir ekonomik temel yaratır. Daha ötesi, her iki cinsten bireylein oluturduğı gruplar içindeki kollektif çalışmanın, uygun koşullar altında, insanlığın gelişmesinin zorunlu bir aşaması olduğu da tartışılmaz bir gerçektir."
Kadınların toplumdan izole, bağımlı ve zayıf hissetmelerine neden olan eve hapsolmaktan kurtulmadan özgürlük mücadelelerinde yol almaları mümkün değildir. Kadın, ücretli işlerde çalışarak erkek ve kadın işçi kardeşleriyle kollektif ilişkiler kurar, güven kazanır.
Ancak, kadının kurtuluşu işçi kadınların üretim sürecinin bir parçası olması yeterli değildir. Yeniden üretim sürecinin özelleşmesine son verilip ev işleri ve çocuk bakımının sosyalleşmesi şarttır. Her geçen gün krizlerin batağına daha çok saplanan kapitalizm özelleşmiş yeniden üretimi toplumsallaştırmak için gerekli kaynakları seferber edemez, birikim ve kar güdüsü buna engel olur. Bu görevi ancak bir işçi devrimi gerçekleştirebilir.


Kadının Kurtuluşu ve Sosyalizm
İşçi iktidarının kurulması ile birlikte hemen, mutfak ve çocuk bakımı ile evlilik ayrılacak; aile işgücünün yeniden üretildiği toplumsal bir birim olmaktan çıkarılacaktır. Ev işleri ve çocuk bakımı kurulacak olan toplu yemekhane, çamaşırhane, kreş ve çocuk yuvaları ile toplumsallaştırılacaktır. Bunun yanı sıra her alanda gerçek bir kadın erkek eşitliği sağlanacak, ücretler eşitlenecektir. Kadını ezen her türlü uygulamaya son verilecektir. İsteyenler için kürtaj ücretsiz hale getirilecek, boşanma kolaylaştırılacak, zina ve eşcinsellik suç olmaktan çıkarılacak, istenildiği kadar ücretli doğum izni sağlanacak ve meşru-gayri meşru çocuk arasındaki ayrım kaldırılacaktır. Elbette, devrimle birlikte cinsiyetçilik dahil olmak üzere kapitalizmin ideolojik mirası hemen yok olmayacaktır. Ancak, maddi temelleri ortadan kaldırıldığından bu mirası yok etmek çok daha kolay olacaktır.
Komünist toplum ise özel mülkiyeti ortadan kaldıracağından ve çocukları toplumsal olarak eğitecek olduğundan, cinsler arasındaki ilişkiler toplumun karışmaya hakkı olmadığı bir özellik kazanacaktır. Dolayısıyla evliliklerde şimdiye kadar varolan, kadının kocasına, çocuğu ebeveynlerine mülkiyet ilişkileriyle bağlayan ikili temel yok edilecektir.

Güner GÖVENÇ

Eylül 2005