MİLLİYETÇİLİK VE SOL
17 Aralık sürecinden bayrak olayına uzanan ve devam eden süreç solun gündemine oturdu. Böylece, en yumuşak karınlı sorunlardan biri de solun gündemine oturmuş oldu. Bu olayla sol, bir kez daha Marks ve Lenin'in doktrinini uygulamaktan uzak olduğunu ispatladı. Türkiye solu milliyetçilik konusunda başından beri tutarsız davrandı. TKP gibi bazıları giderek daha tutarlı hale geliyorlar, ancak bu tutarlılıklarını sağa kaymalarına borçlular. Yurdunu çok seven ve bunu her fırsatta dile getiren solcuların (ne yazık ki soldaki egemen eğilim bu) bayrak olayına tepkisi cılız ve ilginç oldu. Faşist katillerle, yönetici sınıfla yurtseverlik yarışına girdiler. Bu yarışı kaybedecekleri belli, çünkü vatanın gerçek sahibi olan burjuvazi ona elbette bizim yurtsever solculardan daha iyi sahip çıkacaktır, faşistler desen zaten başından beri vatanın sahiplerinin bekçi köpekliğini yapıyorlar.
Niçin Yurtsever Değiliz?
Önce yurtseverliğin anlamını ortaya koymak gerekiyor. Bunu yurtseverlik-milliyetçilik ilişkisi üzerinden kurmak en doğrusu. Bizce İşçi Partisi'nin yükselttiği ulusalcılık ve TKP'nin yükselttiği yurtseverlik şiarları milliyetçiliğin sol cilayla gizlenmesinden başka bir şey değil. Bu yazı İP'nin ulusalcılığı üzerine odaklanacak değil. Çünkü, İP'nin diğer icraatları, onu çoktan düşman saflarına koydu. Başta TKP olmak üzere sola yayılan yurtseverlik havası bizi asıl ilgilendiren mesele.
Solun kendi terminolojisinden baksak bile yurtseverliğin, milliyetçiliğin bir alt türü olduğunu kabul etmek lazım. Çünkü yurtseverlik, onlar için emperyalizmin baskısı ve sömürüsü altındaki bir ülkede bir avuç işbirlikçi oligark dışında tüm halkın ("halk"ın başına bir de "emekçi" koyunca daha güzel oluyor) doğal ideolojisidir ya da en azından öyle olması için çaba sarf etmek gerekir. Bu yurtseverlik anti-emperyalisttir ve bu nedenle ilericidir. Hedef tam bağımsız Türkiye'dir. Bu anlayış sınıf politikasını bırakarak işçi sınıfını küçük burjuvazinin bayrağı altına sokacak ve yönetici sınıfın yaramaz çocuğu durumuna getirecektir.
Bir devrimci her sözü güncel politikaya uygun olarak söyler. Bu yüzden kullanılacak kavramlar çok önemlidir. Uşağı olduğu söylenen emperyalistleri dinlemeden Kıbrıs'ı işgal eden, Azerbaycan'da darbe hazırlayan, elindeki devasa askeri aygıtla komşularına tehditler savuran bir devletin yarı-sömürge, sömürge veya yeni-sömürge olduğunu söylemek, felakete giden yolun taşlarını dizmektir.
Avrupa devletlerinde de ABD üsleri var, onlar da ABD'nin tehditlerinin çoğuna boyun eğiyorlar. II. Paylaşım Savaşı'ndan sonra ABD'nin yardımlarıyla bugüne geldiler. Çin ekonomisi ABD ve Avrupa merkezli şirketlerin denetimine her gün daha çok giriyor. Peki, Çin giderek daha mı çok sömürülüyor? Tam tersine emperyalizm piramidinde giderek daha yükseklere doğru ilerliyor. AB ülkeleri de ABD uşağı mı yoksa? Bu emperyalizm kavrayışı doğruysa ABD dünyanın en bağımsız ülkesidir. O zaman bizim solcularımızda Türkiye'nin ABD olacağı günleri mi beklemekteler! Öyleyse, "Tam Bağımsız Türkiye" sloganı demagoji olmanın ötesinde milliyetçi, emperyalist bir slogandır.
Yurtsever solcular bağımsızlıktan, ülkenin sömürüldüğünden dem vursunlar gerçek yurtseverler bunu çok daha iyi dile getiriyorlar. Zaten gerçekten yurtsever olmak, kendi yurdunu başkalarının yurdundan daha çok sevmekle aynı şeydir. Bütün yurtları seven komünistlerin kendilerini bu nedenle yurtsever olarak adlandırmaları için başka bir niyetleri olması gerekiyor.
Sol ve Milliyetçilik
İşçi-Köylü gazetesi, olaylar sonrasında yürütülen milliyetçi siyaseti "yapay Türk milliyetçiliği" olarak tanımladı ve bu siyaseti yürütenlere de "sahte milliyetçiler" dedi. Yazının devamında ise, "Ulusal-milli değerlerin anıldığı ilk yerde sömürü ilişkisine karşı olunması gereklidir." diyordu. Bu arkadaşlar ya Marksizmi hiç bilmiyorlar, ya da olduğundan farklı göstermek, çarpıtmak istiyorlar. Kapitalizm öncesi dönemde yani feodalizmde toplumları bir arada tutan değer dindi. Milli ya da ulusal değerlerden, kimliklerden bahsetmek mümkün değildi. En yakınımızdan Osmanlı bunun en iyi örneği. Osmanlı devletinde halk Ermeni, Yahudi vs. olarak değil Müslim, Gayri Müslim şeklinde ayrılıyordu. Ulusal değerlerin, ulusal kimliklerin ortaya çıkışı için, burjuvazinin tarih sahnesinde feodalizmin egemenlerinin yerini alacağı zamana kadar beklemek gerekiyordu. Kısaca, tanımlanan ulusal-milli değer ve kimlikler burjuvazi tarafından yaratılmıştır. Öyleyse kim çıkıp da bu değerlerin sömürü ilişkisine karşı olduğunu söyleyebilir. Ayrıca, milli kelimesi milletten, ulusal kelimesi ulustan geldiğine göre sadece bir ulus ya da milleti ifade eder. Bu haliyle de Türk üst kimliği üzerinden Türkiye'de yaşayan bütün halkları birleştirme çabasıyla baskıcı ve gericidir.
Demokratik Gençlik Hareketi, bildirisinde vatanseverlik üzerinden prim yapma çabasının sadece kötülerin erdemi olabileceğini, kendilerinin ise gerçek vatansever ve yurtseverler olduğunu söylüyor. Burada Marks ve Engels'in Komünist Manifesto'da söylediği o kritik sözü hatırlatmaktan başka diyecek bir şey bulamıyoruz: "İşçilerin vatanı yoktur."
TKP de afişlerinde "hamburger" milliyetçilerine veriştiriyor, "bayrak ülkenin sembolüdür" diyor ve başka bir bildiride de ekliyor: "Bayrağa saygısızlık kabul edilemez."
Haklar ve Özgürlükler Platformu, Trabzon'daki linç girişiminden sonra yaptığı basın açıklamasında bayrak üzerinden yürütülen tartışmalara kastederek, "Gelin bu onuru İncirlik'e bayrak asarak kurtaralım" diyor. Bayraklar sembolleri oldukları devletle özdeştir. Öyleyse soruyoruz: Bayrak kimin bayrağıdır? Burjuvazinin ise sizin bayrakla işiniz ne? Yok işçi sınıfının, yoksul kitlelerin diyorsanız burjuvazinin iktidarı el mi değiştirdi ki böyle olsun!
Kızıl Bayrak ise kapaktan "Vatan haini mi arıyorsunuz, aynaya bakın" demekten geri durmuyor. Bu çok masumane görünen söylem bile burjuvazi ile işçi sınıfını ortak bir gemide göstermekten başka bir anlam taşımıyor. Ne yaparsan ihanet sayılır? Düşmanını kandırırsan, ona zarar verirsen değil herhalde. Benzer durumda olduğun, ortak çıkarlara sahip olduğun birini yüzüstü bırakırsan, dolandırırsan hain olursun. O zaman, Kızılbayrak'a göre, işçi sınıfı ile burjuvazinin vatan üzerinden ortak çıkarları var.
Tutarlı bir milliyetçilik karşıtlığı bile yapamayan bu grupların Kürt halkına ve sola yönelik saldırıya tutarlı bir tepki veremeyecekleri belliydi. Bu topraklarda enternasyonalist olmanın bedeli çok ağırdır. Enternasyonalistler, I. Paylaşım Savaşı'nda yıllarca önemsiz, yalıtık gruplar olarak kaldılar. Birçokları onların hayalcilikleri ve marjinallikleriyle dalga geçiyordu. Sol da bu yüzden milliyetçiliğe göz kırpıyor.
Niyet ne olursa olsun şunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bayrak ulusal bir simgedir. Bayrak ulusal bütünlük ve birlik içindir. Kendi devletine sahip bir ulusun birliğe değil burjuvalar ve proleterler olarak ayrışmaya ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacın karşılanabilmesi için de ulusal simgeleri reddetmek gerekir. Çünkü ulus burjuvazinin gümrüklerinin içinde kalan insanlar topluluğudur. Komünistler zaten burjuvaziye ait olana yani ulusal olana sahip çıkmazlar. Komünistlerin amacı ulusal olan her şeyi ortadan kaldırmaktır. Devrimci bir sınıf politikasını uygulayabilmek için sınıfsal olanla ulusal olan arasındaki uçurumu görmek gerekir. Bu uçurumu aşmaya çalışanların yaptıkları popülist çıkışlar ancak milliyetçiliğe hizmet eder.
Mustafa Yalınalp
Haziran 2005