SOL, ANTİ-AMERİKANCILIK VE AB
Türkiye'de politik arenada gündemin hızla değişmesi hiç kimse tarafından şaşkınlıkla karşılanmaz. Son dönemlerde yaşananlar da bunun istisnası olmadı. AB-Türkiye tartışmalarını henüz tamamlamadan Irak seçimleri sonrası Kerkük üzerinden ABD-Türkiye ilişkileri tartışılır oldu. AB sorunundaki soldaki iki genel çizgi burada birleşik bir tutum üzerinden kendini var edeceğe benziyor.
AB konusunda sol, AB üyeliğine destek verenler ve AB'ye bağımsızlıkçı yurtsever bir çizgi üzerinden hayır diyenler olarak bölünmüştü. AB'yi destekleyen kanat, kendi çizgisini statükoculuğa karşı değişimi savunmak noktasından meşrulaştırmaya çalıştı. Bu anlayış çerçevesinde, Türkiye'de ordunun statükocu bir role sahip olduğunu vurgulandı. Buna karşın, liberal burjuvazinin değişime açık, ilerici bir pozisyona sahip olduğu fikri açıkça savunulmasa bile arka planda mevcuttu.
AB'ye hayır diyen kanat ise kendisini emperyalist güçlere karşı vatan savunması fikri ile ifade etti. Bu görüş, Türkiyeli işçilerle patronların ortak çıkarları varmış, herkesi birarada tutan “ulusal çıkarlar” varmış gibi davranıp sınıfsal farklılıkların üzerini örter. Bu pratiği, EMEP, TKP, Haklar ve Özgürlükler Cephesi gibi oluşumlar açıkça savundular. Kızıl Bayrak gibi yapılar ise bu pratiğe yakın düşmek için bağımsızlıkçı sosyalist oldular. Hepimiz yakın dönemde TKP'nin emekli binbaşıları da dahil ettiği yurtsever cephesine ve onun milliyetçi siyasetine tanık olduk. EMEP'in, Haklar ve Özgürlükler Cephesi'nin Misak-ı Milli sınırlarıyla Türkiye haritalı afişleri hepimizin hatırında olmalı. Kızıl Bayrak ise “Bağımsız Sosyalist Türkiye” sloganı ile bu cepheye yakın olanlara göz kırpmaktan geri kalmadı. Sosyalist bir ülkenin bağımsızlık gibi bir sorununun olmadığı bu kadar açıkken bu afişin bugün bağımsızlık için mücadele etmek isteyenlere yönelik yakınlaşma çabasını ifade ettiği açıktır.
AB gündemine göz attıktan sonra ABD-Türkiye ilişkileri üzerinden yapılan tartışmalara bakmak anlamlı olacaktır.
Kerkük'te seçimler sonrasında çoğunluğu elde eden Kürtlerin bölgede bir Kürt devletinin kurulması konusunda verdiği mesajlar Türkiye'de bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdi. Türkiye'nin bölgeye müdahalesi bile tartışılır oldu. Hatta ABD ile Türkiye arasında bir savaş kurgusuna dayanan komplo teorisi kitapları bile çıktı. MGK'nın son dönemde yaptığı açıklamalar gündemi yumuşatmışa benzese de böyle bir durum ihtimal dahilindedir. Türkiye bölgede güç olmaya çalışan bir alt-emperyalist devlet olarak hızla güçlenecek ve kendi ülkesindeki ulusal sorun açısından da örnek teşkil edebilecek bir Kürt devleti fikrini öfkeyle karşılamaktadır, ancak ABD ve AB gibi güçlere kafa tutmak konusunda tereddüt etmektedir. Ama biz biliyoruz ki, ABD'nin her türlü ültimatomuna rağmen 1974'te Kıbrıs'a müdahaleden geri kalmayan Türkiye için sorun kangren noktasına gelince başvurulacak bir çare olabilir.
Peki bu sorun karşısında sol nasıl bir tutum alıyor?
Başta belirttiğim gibi AB konusunda bölünen sol ABD-Türkiye arasında bir gerginlik söz konusu olduğunda ortak bir cephe oluşturacaktır. Milliyetçiliğin yükseltildiği böyle bir dönemde solun çoğunluğu bu havaya destek verecek, ABD karşısında kendi burjuvazisinin koluna girmekten çekinmeyecektir. Türk bayraklı dergiler çıkarmaya başlayan, emekli askerlerin üniformalarını nasıl yüksek bir onurla taşıdığından dem vuran TKP, misak-ı milli sınırlarıyla Türkiye haritalı afişler yapan EMEP, ulusal bilinçten dem vuran Haklar ve Özgürlükler Cephesi'nin bugün bile durduğu çizgi düşünüldüğünde bu grupların üyelerinin ABD ile bir savaşta neler yapabileceklerini tahmin etmek zor olmasa gerek. İsmileri daha çok bilinen bu grupların dışında da ulusal çıkarlar fikri altında Stalinist Türk solunun birçok öğesi birleşecektir.
Peki, biz ne öneriyoruz?
Marks, kapitalist toplumların farklı çıkarlara sahip iki ana sınıfa bölündüğünü söyler: işçi sınıfı ile burjuvazi. Bu iki güç arasında açık ya da gizli kesintisiz bir sınıf savaşımı sürüp gitmektedir. Bu savaşımda birinin kazancı diğerinin kaybı anlamına gelir. Bunun örneklerini son dönemdeki özelleştirme, işten atma, Kamu Reformu pratikleriyle açıkça gördük. Yani, bu iki sınıfı birbirine bağlayan hiçbir çıkar ortaklığı yoktur, ulusal çıkarlar da dahil! Burjuvazi ile işçi sınıfını halk, ulus, yurt, vatan kavramları gibi her türlü ortak potada eritme çabası işçi sınıfını burjuvazinin ideolojik, politik, ekonomik hegemonyası altında tutmaya yarar. Bundan tek karlı çıkan da burjuvazi olmuştur. 1989 bahar eylemlerinin zirvesi olan Zonguldak madencilerinin 1991'deki Ankara yürüyüşünün, “Irak savaşının yaşandığı bir dönemde eylemlerle devletin gücünü zayıflatmayalım, ulusal çıkarlarımıza zarar gelmesin” düşüncesiyle durdurulması, sizce kimin işine yaradı?
Marksistler, işçileri yaşadıkları ülkenin çıkarları doğrultusunda davranmaya iten ulusal çıkarların olmadığını savunur ve “bütün ülkelerin işçileri birleşin” vurgusuyla hareket eder. Lenin'in I.Dünya Savaşı'nda savunduğu “Silahlarımızı içerdeki düşmanlarımıza çevirelim” pratiğini yaşama geçirir. Her türlü ulusal savunmacılığı reddederek enternasyonalist ve devrimci yenilgici tutumu yükseltir.
Nisan 2005