KAPİTALİST TOPLUMDA DEMOKRASİ SORUNU
"Önemsiz denebilecek bir azınlık için demokrasi, zenginler için demokrasi- kapitalist toplumun demokrasisi budur" diyor Lenin. Gerçekten de burjuva demokrasisinin bir azınlık demokrasisi olduğu doğrudur. Peki burjuva demokrasisinin bir azınlığa hitap etmesinin altında yatan neden nedir? Bunun nedeni, adın da anlaşılacağı gibi, burjuva demokrasisinin sınıf eşitsizliğine dayanıyor olmasıdır. Bilindiği üzere sınıf eşitsizliğinin temelinde ekonomik yapı yatar. Bu eşitsizliğin bir sınıfın lehine diğer sınıfın aleyhine olmak üzere devamlılığı ise kapitalist kurumlar ve mevcut hukukla sağlanır. Sınıflı toplumlarda devletin hakim ideolojisi, hakim sınıfın ideolojisidir. Ancak tüm statükocu eğilimlere karşı sömürülen bir çoğunluk olması nedeniyledir ki, tüm sınıflı toplumlarda devrimci ideolojiler eksik olmamıştır. Burjuva toplumda da devrimci ideolojiler mevcuttur ve şiddetle bastırılırlar. Burjuva demokrasisinin bu tutucu içgüdüsü, onu gerici kılan en temel özelliğidir.
Burjuva Demokrasisi Eşittir Burjuva Diktatörlüğü
Üretim araçlarını özel mülk olarak edinme özgürlüğü, iş gücünü satmak zorunda olan bir sınıfın varlığıyla mümkündür. 19.yy'da işçilere devletin hiç de tarafsız olmadığını, emeğin çıkarlarına karşı sermayenin çıkarlarını korumakla görevli olduğunu anlatmak kolaydı, çünkü sadece burjuvazinin seçme ve seçilme hakkı vardı. Zaten parlamentarizm, vergi ödeyen burjuvazinin otokrasiye-monarşiye karşı kamu harcamaları üzerinde kontrol hakkını kazanmasıyla ortaya çıkmıştı. Yani, burjuvazi vergi ödemeyenlerin, mülk sahibi olmayanların oy hakkını reddediyordu. Ancak, işçi hareketinin zorlayıcı eylemlerle herkese oy hakkını koparması, işçi sınıfının parlamentoda temsilini ve tabi vergi ödemesini (ki günümüzde vergi yükünü çeken sınıf haline gelmiştir) gündeme getirdi. Bundan sonra da beklenebileceği gibi sınıflar üstü bir demokratik devlet hayali doğdu ve büyüdü. Ama bu hayali öldürmek oldukça kolaydır. En demokratik burjuva iktidarının yapısı bile biraz incelendiğinde yüz kızartıcı gerçek açığa çıkar.
Çocukları madene gönderme özgürlüğü, işçileri asgari ücretle on iki saat çalıştırma özgürlüğü, zenginler için semirme özgürlüğü, yüz binlerce insan için açlıktan ölme özgürlüğü... İşte bunlar, burjuva mekanizmanın sunduğu özgürlüklerdir.
1914-18 emperyalist savaşı emekçilerin gözünü açtı. Savaş ve katliam devam ederken, yapılan karaborsacılık, vurgunculuk, kapitalistlerin hızla zenginleşmesi, yağma, işçilere savaşın sınıfsal arka planını gösterdi. İşçiler tüm Avrupa'da radikalleştiler. Sonuçta, bu dönemde Rus işçi sınıfı devrimi gerçekleştirdi.
Burjuva parlamentarizmi üzerine kurulmuş olan devlet, mali bağımlılık ve devlet borçlarıyla kapitalistlere maddi-manevi açılardan teslim olmuştur. Hiçbir hükümet bankalar, mali sermaye ve büyük burjuvazi tarafından kontrol edilen krediler olmaksızın ayakta kalamaz. Reformcu bir hükümetin yapacağı her antika-pitalist politika derhal bir ekonomik sabotaja maruz kalır (70'lerdeki Ecevit hükümetinin başına gelenler bunu çok iyi örnekler). Yani, bugün Venezuella'da reformcu Chavez hükümetinin başına gelenler tipiktir (Chavez'i şanslı kılan Venezüella'nın dünyanın en büyük petrol üreticilerinden birisi olmasıdır). Yatırımları durdurma, sermaye kaçırma, enflasyon, karaborsa, üretimin düşürülmesi, işsizlik böyle bir hükümete karşı ilk saldırıları olur kapitalistlerin. Gerektiğinde böyle bir hükümeti düşürmek için askeri darbeler desteklenir, darbeci generallerin sırtı sıvazlanır. Şili'deki Allende hükümetinin başına gelenler, 20.yy'da yaşanan tek örnek değildir. Burjuva parlamentosunu, kapitalist mülkiyet üzerine kurulmuş hükümeti ve burjuva devleti kapitalizme karşı kullanmak imkansızdır. Antikapitalist bir yol izlemek isteyen her reformcu parti, işçi sınıfına ihanet etmek ile kapitalistlerin basıncıyla hükümetten düşmek ikilemi arasında sıkışır. Bu sıkışmışlık ancak, işçi sınıfı ve liderlik ettiği ezilen kitleler masaya yumruklarını vurdukları zaman aşılabilir.
Konuya dönecek olursak, görünüşte özgürlükçü burjuva demokrasisinin sınıfsal yapısı, onun baskıcı rolü incelendiğinde ortaya çıkar. Polis, jandarma ve asker grev çadırlarını parçalar, işçi gösterilerini dağıtır, işçilerce işgal edilmiş fabrikaları boşaltmak için grevcilerin üzerine ateş açar, işçilerin birleşme özgürlüğünü her fırsatta bertaraf eder. Buna karşılık, işçilerini işten atan patronlara müdahale edilmez, sermaye tarafından kapatılan fabrikaların işçilerce işgaline destek verilmez, vergi kaçıran, banka hortumlayan kapitalistlerin üstüne ateş açılmaz.... İşte, parlamenter demokrasinin yegane görevi kapitalist sınıfın mülkiyetinin ve çıkarlarının savunulmasıdır. Tarihin her dönemine, işçilerin bütün demokratik örgütlenmelerinin kanlı burjuva diktatörlüklerince ortadan kaldırıldığı askeri, bonapartist veya faşist diktatörlükler damgasını vurmuştur.
Demokrasi Sorununu Ancak Komünist Bir Dünya Kurmakla Çözümlenebilir
En yetkin, en gelişmiş burjuva devlet tipi parlamenter demokratik cumhuriyettir. Ama devrimci dönemler demokrasinin üstün bir tipini müjdelerler. Bu, devleti halktan ayrılmış ordu ve polisin yerine, halkın kendisinin doğrudan silahlanmasını geçiren Paris Komünü tipi bir devlettir. Komün, tüm temsilcilerin seçimle iş başına gelmesi ilkesini uygulamakla kalmamış, bu temsilcileri doğrudan denetlenebilir ve her an geri çağrılabilir bir pozisyona sokmuştur. Ayrıca, bu temsilcilerin ücretleri kesinlikle ortalama bir işçinin ücretinden fazla olamazdı. Buradaki amaç, doğrudan demokrasiyi mümkün mertebede uygulamak ve her türlü ayrıcalığı ve bürokratikleşmeyi daha baştan yok etmeye çalışmaktır. Bu ilkeler hem Marks, hem de Ekim Devrimi ile iktidara gelen sovyetler için temel prensip olmuştur.
Kapitalist ve komünist toplum arasındaki toplumsal dönüşüme denk düşen siyasal geçiş dönemi, proletaryanın devrimci diktatörlüğüdür. Proletarya diktatörlüğü, önemli ülkelerde kapitalizmin hüküm sürdüğü, para ekonomisinin ve meta üretiminin kısmen varlığını sürdürdüğü, bir çok toplumsal sınıf ve tabakanın varlığını koruduğu, sermayenin egemenliğine dönüşe karşı (karşı devrime karşı) işçi sınıfı ve müttefiki olan diğer ezilen toplumsal katmanların çıkarlarını korumak için 'işçi devletine' ihtiyaç duyulduğu bir geçiş dönemidir.
Proleteya diktatörlüğünü diğer diktatörlüklerden ayıran en önemli fark; kapitalizm ve öncesindeki sınıflı toplumlarda, diktatörlükler ezilen ve sömürülen büyük çoğunluğu baskı altında tutarken; proletarya diktatörlüğünde sadece çok küçük, asalak ve sömürücü bir azınlığın baskı altında tutulmasıdır. Bu baskının amacı intikam almak değil, güçlü olan bu asalakların eski düzeni restore etmelerini engellemektir. Yani, proletarya diktatörlüğü altında demokrasi görülmemiş bir genişleme kaydeder. Dolayısıyla, diktatörlük bir avuç para babası için söz konusudur, bu da sınıfsız topluma giden yolda kapitalist sınıfın direnciyle baş etmek için zorunludur.
Biz Marksistlerin istediği işçi devleti, doğrudan demokrasi alanını yaygınlaştıracak, güdük burjuva demokrasisini fersah fersah aşacaktır. Bu devlet bütün sosyal faaliyet alanlarını (haberleşme, sağlık, öğrenim, kültür...), o alanla ilgili yurttaşların katılımına ve denetlenmesine bırakacaktır. En yüksek mevkilerdeki memurlar da dahil olmak üzere, bütün memurların aylıkları ortalama bir kalifiye işçinin ücreti ile sınırlanacak ve mecburi rotasyon ilkesi ile ömür boyu yönetici bir kastın oluşması engellenecektir. Yani, tüm bu işçi temsilcileri istenildiğinde geri çağrılabileceklerdir.
Yurttaşların cinsiyet, din, ırk, milliyet ayrımına bakılmaksızın eşitliği konseyler iktidarınca hemen garanti altına alınacaktır. Yasama ve yürütme birleştirilecek, düzenli ordu lağvedilecektir. İşçiler silahlandırılacak, sürekli ordu yerine işçi milisleri kurulacaktır.
Ayrıca, muhalefet örgütleri de dahil olmak üzere çeşitli politik örgütler kurma hakkı, muhalefet basını kurma hakkı, azınlıkların kendilerini yazılı ve görsel olarak serbestçe ifade etme hakkı işçi konseyleri tarafından güvence altına alınacaktır.
Yargıçlar seçilecek ve bütün davalar tam metin olarak yayınlanacaktır. Proletarya diktatörlüğü hiçbir bilimsel, edebi, kültürel ve ya sanatsal akımı baskı altına almayacağı gibi, bunlar maddi ve manevi olarak desteklenecektir.
Komünist fikirlerimizin üstünlüğünden emin olduğumuz için, fikirlerden korkmayız! Ancak, fikirlerin varolması sonucu oluşacak ideolojik mücadelelerde de tarafsız kalmayız!
Gelelim tüm dünyada işçi iktidarları kurulup, dünya devriminin tamamlanmasıyla ulaşılabilecek komünist topluma. Kapitalist toplumda sefil ve sahte bir demokrasi mevcutken, proletarya diktatörlüğünde sadece sömüren sınıfın baskı altına alındığı, çoğunluk için var olan, gerçek bir demokrasi görürüz. Ancak, gerçekten de eksiksiz bir demokrasi yalnız komünizmle gelebilir. Ayrıca, demokrasi ne kadar eksiksiz olursa o kadar da gereksiz olur. Sakın kimse yanlış anlamasın, komünist toplum evresinde, demokrasi bir yönetim ve devlet biçimi olmaktan çoktan çıkmış ve insanların davranış ve yaşayış alışkanlıklarına işlemiş, bunların içinde çoktan eriyip gitmiş olacaktır demek istiyoruz.
Kapitalizmden işçi iktidarına geçiş aşamasından sonra, ilk olarak komünist toplumun birinci evresi yaygın adıyla sosyalizm aşaması gelecektir. Bu aşamada sınıflar ortadan kalkmıştır. Meta ve para ekonomisi ortadan kalkmıştır. Devletin ortadan kalkması, yani insanlığın uluslararası zaferi gerçekleşmiştir. Temel ihtiyaçların bedava tatmin edilmiş olması dışında ödüllendirme, topluma sağlanan emek miktarına bağlı olarak ölçülmeye devam edecektir. Komünist aşamadaysa herkese ihtiyacına göre, herkese yeteneğine göre ilkesi uygulanır.
Önemli bir nokta da kapitalizm sonrası bu toplumlarda, aşamaların birbirine dönüşümünde devrim ya da sıçramalara gerek olmayışıdır. Her şey zamanla mevcut yapıların evrimi ile gerçekleşecektir.
Sorun bu toplumların, kuruluş sürecini bir az önce başlatmak, bunu daha fazla ertelememektir. Hiç şüphesiz, gerici güçlerin tamamı buna karşı bir direnç gösterecektir. İnsanlığın kurtuluşu hiç de basit olmayan bu yoldadır. Bize düşen, bilimsel sosyalizmin ışığında ısrarlı ve sabırlı bir mücadeleye girişmektir.
Evrim EROL
Aralık 2004