İNSAN DOĞASI ÜZERİNE

Başımız sıkıştığında hepimizin sık sık başvurduğu bir argümandır, insan doğasının bencil olduğu. İçinde yaşadığımız sistem bizi köşeye sıkıştırsa da, gerçekler o kadar kolay kaçılacak şeyler değildir. Evde, işte, okulda canımızı sıkan insanları bencil veya hırslı olarak değerlendiririz. Hayat deneyimimiz bunlarla sınırlı değil elbet.
17 Ağustos depreminin görüntülerini televizyonda izleyen binlerce insanın verdiği ilk tepki aynıydı. Bu sebepledir ki dünyanın her köşesinden depremzedeler için yardım yağdı. Kurtarma ekipleri deprem bölgesine koştu. Yardım kampanyalarını 'Ermeni kanı istemiyoruz' diye karşılayan dönemin faşist sağlık bakanına verilen toplumsal tepkiyi hala hatırlıyoruz. Birdenbire oluşan bu dayanışma yalnız ulusal değil, uluslararasıydı. Tıpkı Amerika Irak'a saldırdığında hastane, okul, toplu yerleşim yerleri vb. binaları korumak için dünyanın dört bir yanından Irak'a giden canlı kalkanlar gibi. İsrail'in Filistin'e uyguladığı izolasyonu engellemek isteyen canlı kalkanları İsrail tanklarının önünde yatarken de görmüştük. Hatta genç bir direnişçi İsrail tankları yüzünden hayatını kaybetti. Çok yakın bir tarihten biliyoruz ki 'hızlandırılmış' tren kazası, sadece ölenlerin akrabalarının değil, binlerce insanın öfkesine neden oldu.
Böyle deneyimlere sahip olmak için facialar, afetler ve katliamlar olması gerekmiyor. Yoksul insanlara yardım eden, kendi sokağındaki hayvanların karnını doyuran, sokak çocuklarına yemek taşıyan insanlar var. Sadece bireysel çabasının yeterli olmayacağını düşünüp yardım kuruluşlarında çalışan, kimsesiz çocuklara, hayvan haklarına, içinde yaşadığımız çevreye sahip çıkan tanıdıklarımız vardır elbet. Bu insanları 'iyi' niyetli olarak değerlendirmek yeterli olmaz sanırım.
Bu örneklerin hiçbirine uymayan, hayatını devam ettirebilmek için çok çalışmak zorunda olduğu için bu faaliyetlere zaman ayıramayan insanlar da var. Bu insanlar yardım kuruluşlarında çalışacak hayat standartlarına sahip değiller. Ama bu o insanların açgözlü olduğunu kanıtlamaz. Düşük ücretlerle, sağlık sigortası olmadan çalışanların, yaralanma sonucu çalışamayacak duruma gelen arkadaşlarına yardım için seferber olması her işyerinde görülen bir durumdur.
Bu örnekleri daha da uzatmak mümkün. Ama sadece bu örneklerle insan doğasının paylaşımcı olduğunu kanıtlanamaz. Her insanın kişiliği çok büyük ölçüde yetiştirilme tarzı ve hayat deneyimleriyle biçimlenir. Hepimizin bazen bencil bazen paylaşımcı, bazen korkak bazen cesur, bazen umursamaz bazen de özverili olduğumuz durumlar vardır. Birbirine zıt olan bu durumlar bizim tutarsızlığımızın değil, olaylar karşısında aldığımız tavrın bir göstergesidir. Bu tavrı belirleyen şey kimi zaman düşüncelerimiz kimi zaman deneyimlerimiz olur.
Bireyler için gerçek olan bu saptama toplumlar ve toplumdaki farklı sınıflar için de geçerlidir. 2001 yılında ekonomik olarak Türkiye'ye örnek gösterilen Arjantin'deki IMF programı çökmüş, halk ayaklanmıştı. Türkiye'de de benzer bir durum olacağı düşünülmüştü. Ama Türkiye'de toplumsal bir patlama yaşanmadı. Korktuğu başına gelmeyen egemen sınıf bunu Türkiyelilerin 'geleneklerine bağlı, kanaatkar insanlar olmasına' yordu. Oysa tarihsel hafızamız durumun bunun tersi olduğu zamanları anımsayacaktır. 1995'te Çiller-Karayalçın koalisyonunun uygulamaya çalıştığı IMF bütçesi çok ciddi eylemlerle karşılaştı, hükümet sokak hareketine dayanamayıp güvenoyu alamadı. Kazanılmış haklarını kaybetmek, daha fazla yoksullaşmak istemeyen işçiler IMF bütçesinin uygulanmasını bir süreliğine engellemişti. İki durumun arasındaki uçurumu oluşturan şey işçilerin örgütlülük düzeyi ve harekete olan güvenleriydi.
İnsan Doğası Var mı?
İnsan doğası üzerine argümanın temel kusuru hayvanlardaki gibi insan doğanın sabit olduğuna inanmasıdır. Bu argüman insanların değişik koşullarda farklı davranacağını gözardı eder. Tarih ve değişik toplumlar boyunca doğal davranışın ne olduğunun tanımı çok fazla değişmiştir. Bir Kızılderili için toprağın özel mülkiyeti anormalken, 18. Yüzyıldaki bir toprak sahibi için bu en temel insan hakkıydı. Antik Yunanlılar için homoseksüellik aşkın en yüksek biçimi iken, bir Viktorya dönemi İngiliz'i için en kötü biçimdi. Yani insanlar değişen koşullarla birlikte değişirler. Ancak bu insan doğası gibi bir şeyin yok olduğu demek mi?
İnsan doğasının olmadığını iddia etmek insanın genleriyle birlikte sonraki kuşaklara aktardığı mirası çöpe atmak olur. Boş bir beyinle dünyaya gelmiyoruz. Evrim psikolojisiyle birlikte kabul edilen gerçekler gösteriyor ki ilk atalarımızdan dahi aldığımız belli özellikler var. (İnsanların belli bir sebep yokken böceklerden tiksinmesi evrim psikolojisinde böyle bir özellik olarak tanımlanır.)
İnsanın yaşamını devam ettirebilmek için beslenmek, barınmak, ısınmak, cinsellik, uyku gibi temel ihtiyaçlarını karşılaması gerektiğini biliyoruz. Bu temel gereksinimler insan doğasını oluşturur ve insan yaşamı boyunca bu gereksinimlerini karşılamak zorundadır.
İnsan dünya tarihi boyunca bu ihtiyaçları karşılamak için araçlar bulup kullanmış, daha sonraki kuşaklara bu buluşları dil yoluyla -yazının bulunması ile bu süreç gelişmiştir- aktarmıştır. Tarihin her dönemecinde insan çevreyle baş edebilecek hatta çevreden yararlanabilecek araçlar geliştirmiştir. İlk insanlar ağaç tepelerinde ve mağaralarda yaşayıp, sürekli göç etmek zorundayken, toprağın işlenmesi ve hayvanların evcilleştirilmesiyle tarım toplumuna geçilmiş, insan yerleşik hayata adım atmış, dolayısıyla barınmak için evler inşa etmeye başlamıştır. Sanayi toplumuyla üretim artmış ve insan kasabalar ve şehirler inşa ederken, toplumsal örgütlenmelerini de değiştirmiştir.
Kapitalizm İnsan Doğasına Ne Yapar?
Kapitalizm, kar dürtüsünün temel belirleyici olduğu bir sistem. Fabrikalar, şirketler, çiftlikler, üretim araçları bir avuç kapitalistin elinde. Bu sebeple büyük bir çoğunluk hayatını devam ettirebilmek için emek gücünü satmak zorunda. Kapitalistler ise kar elde edebilmek için rekabet etmek, rekabeti sürdürebilmek için de kar elde etmek zorundadırlar. Hiçbir kapitalist karının azalmasını istemeyeceğinden, sistemin oluşturduğu bu döngü işçilerin daha fazla sömürülmesi demek.
İddia edildiği gibi insan rekabet güdüsüyle birlikte doğuyorsa, kapitalizm bizim için en uygun sistem olmalı. Tabii ki hayır. İlk insanlar avcılık ve toplayıcılık yapıyor, yiyecekleri eşit olarak paylaşıyorlardı. Hala dünya üstünde yaşayan ilkel kabilelerin, atalarımız gibi yaşadığı gözlemleniyor. Kabile içinde şef ya da lider söz konusu olmadığı gibi yiyecekleri biriktirmek gibi bir güdüye de sahip değiller. Hatta bu toplulukların ana değerlerinin paylaşımcılık olduğu kuşku götürmez bir gerçek.
Kapitalist sistem zenginliği küçük bir azınlığın kontrolüne veriyor. Büyük bir çoğunluk ise kendi ürettiği zenginlikten pay alamıyor. Böylece eskiden beri insanın bireysel ve toplumsal gereksinimlerini karşılamak için kullandığı emek gücü, bir metaya dönüşüyor ve işçi kendi emeğine yabancılaşıyor. İnsanın emeğine olan yabancılaşması, toplumsal olarak da kendini gösteriyor. Sabahtan akşama kadar çalışan bir baba ya da anne çocuklarına karşı ilgisizleşiyor. Bu ilişki kadın ve erkek arasında da aynı biçimde yaşanıyor. Cinsellik bir meta haline getiriliyor. Çoğu kadın hayat şartları yüzünden vücudunu bir meta olarak satmak zorunda bırakılıyor.
Ama insanların toplama kamplarında öldürüldüğü, kendini ifade etme şansının olmadığı, tek bir fikrin doğru olduğunun anlatılıp, kabul edildiği Hitler Almanya'sında dahi direniş vardı. İnsanlar doğru kabul ettikleri inançlar uğruna toplama kamplarında direniş örgütleyip, hayatlarını tehlikeye attılar. Stalin liderliğinde devrimin bütün kazanımlarını kaybeden Rusya da buna iyi bir örnek. Muhalefete karşı her türlü yönteme başvuran -tutuklamalar, işkenceler, mahkemeler hatta idamlar- Rus Bürokratlarına karşı direnen insanlar vardı. Yeraltında örgütlenip direnişi büyütmeye çalışan, daha iyi bir dünya için mücadele eden bu insanlar kendilerine anlatılan dışındaki bir şeye inanıyorlardı. 1980 darbesinin insanların üstünden buldozer gibi geçtiği dönemde kimse özgürlükten, demokrasiden bahsedemezdi. Darbe sona erdiği ama baskının devam ettiği dönemde bile muhalefet vardı.
Sosyalizm ve İnsan Doğası
Toplum sınıflara ayrılmadan önce insanlar bu koşulların hiçbirini yaşamıyordu. Peki tekrar sınıfsız bir topluma ulaşma mücadelesi başarılı olabilir mi? 1917 Ekim Devrimi bu hedefin bir hayal olamadığını gösterdi. Üretim araçlarının küçük bir azınlıktan alınıp büyük çoğunluğa verildi. Bir avuç yönetici yerine, çoğunluğun oluşturduğu konseylerde alınan kararların uygulandığı bir toplum oluşturuldu.
İnsanların bencil olduğunu savunan görüş, bazı insanların yönetmek, bazılarının da yönetilmek için doğduklarını savunur. Oysa hiç kimse tüm hayatı boyunca şoför olup direksiyon sallamaya, maden işçisi olup kazma vurmaya ya da sekreter olup daktilo kullanmaya yazgılı değildir. Her insanın yapmaktan hoşlandığı birden çok faaliyet vardır. İşte sosyalist toplum, insanların kendi yetenek ve istekleri doğrultusunda topluma yararlı birçok farklı iş yapmasına imkan sağlayacaktır. Bu durumda insanlar mesleklerini dışarıdan maddi şartların dayatmasıyla değil tamamen kendi hür iradeleriyle belirleyeceklerdir. Böylelikle çalışma kaçılan, istenmeyen bir iş olmaktan çıkıp; insanların kendini gerçekleştirme yolu olacaktır. Temizlik, bulaşık gibi ya da fiziki güç gerektiren kimi işler ise tamamen ortak çıkarlara sahip olduğunun bilincinde olan, toplumun eşit ve özgür yurttaşlarınca ortaklaşa halledilecektir. Ayrıca üretimin kar amacı yerine toplum ihtiyaçları için yapıldığı bu sistemde 4-5 saatlik bir çalışma toplumun refahı için yeterli olacağından, insanlar kendi teknik, entelektüel ve sanatsal yeteneklerini geliştirmek için bolca zamana sahip olacaklardır. Kapitalist toplumda bir avuç insanların zenginliği uğruna çarçur edilen devasa kaynaklar, bu toplumda eğitim, bilim, sağlık, güzel sanatlar, doğa için harcanacaktır. Kısacası böyle bir toplum insanlar arasında çatışma yaratan maddi nedenleri ortadan kaldırmaya girişecektir. Sınıflı toplumların ürünü olan sömürü, şiddet, sefalet, rekabet, bencillik, yabancılaşma, yalnızlık bu düzende aşılacaktır. Nükleer savaşların dünyamızı yok etmeye yetenekli olduğu çağımızda kalıcı barışı ancak böyle bir toplum tesis edebilir.
Böyle bir toplum fikri ütopik değil. Kapitalizm 150 yıldır devam ediyor, oysa insan 2 milyon yıldır dünya üstünde. Ve bu tarihin büyük bir bölümünde paylaşımcı toplumlar oluşturduğumuz bilinen bir gerçek.

Bengi Yıldırım

Eylül 2004