Terörle Mücadele Yasasının Anlamı
Geçtiğimiz aylarda gündemimize oturan konulardan birisi yeniden düzenlenen terörle mücadele yasası(TMY) idi. Burjuva devletin toplumsal muhalefete gözdağı vermek, onu yıldırmak için düzenlediği bu yasayı olağanüstü rejimin tuğlalarının döşenmesi olarak yorumlamak gerekir.
Kapitalist sistemin tüm dünyada kriz içinde bulunduğu, sınıfsal dinamiklerin başta Latin Amerika olmak üzere Avrupa ve dünyanın değişik yerlerinde kımıldanma eğiliminde olduğu günümüzde, tablonun diğer parçaları da egemen sınıfları bu tarz yasaları çıkarmaya ve devlet terörünü meşrulaştıracak arka planı hazırlanmaya zorluyor. Dünyanın egemenlerinin "Terörizmle Savaş" ana sloganıyla yürüttükleri uluslararası siyasetin özü emperyalist saldırganlık ve paylaşım çatışmalarıdır. Madrit'te patlayan bombanın arkasında İngiliz gizli servisi MI5 parmağının çıkması da bir kez daha göstermiştir ki startını 11 Eylül saldırılarıyla alan ve sivilleri hedefleyen bombalar da oyunun bir parçasıdır. Bu bombalarla bir taraftan yürütülen emperyalist saldırganlık haklı gösterilmiş, diğer yandan toplum terörize edilerek hak ve özgürlüklere ağır darbeler vuran "terörle mücadele yasaları" çıkarılmıştır. İşine gelince demokrasi havarisi kesilen AB'nin Türkiye'de yasalaşan TMY'ye ses çıkarmasının nedeni AB üyesi birçok ülkenin de bu yasayı uygulamaya sokmuş olmasıdır. Kısacası, Türkiye'deki TMY sürecinin uluslararası dayanakları ve koşulları mevcuttur.
Uluslararası koşulların yanısıra TMY'yi Türkiye egemen sınıfları açısından önemli ve acil kılan diğer gerekçeler de vardır. Hala dipdiri bir Kürt dinamiğiyle boğuşan Türk devleti halihazırda uluslararası boyutu olan sorunun daha da boyutlanması ve derinleşmesi ihtimali karşısında geleceği düşünürek önlem almaktadır. Ayrıca dünya ekonomisindeki kırılmaların Türkiye'yi de çok etkili bir şekilde içine alacağını gözden çıkarmamak gerekir. Halihazırda milyonlarca kişinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı, milyonlarca gencin işsiz olduğu bir ülkede kriz koşullarında her zaman için sosyal patlama olasılığının olduğu egemenlerce gayet net bir şekilde bilinmektedir. Böyle bir patlama ya da patlama koşulları devrimcilerin çok zayıf olduğu durumda kendisini gösterse bile böyle bir patlama durumu ya da koşullarının yaratacağı etkiler Türkiye'nin AB projesi, Kürt sorunu ve Kuzey Irak, Kıbrıs vb gelişmeler konusundaki kontrolünü kaybetmesine neden olacaktır. İşte bu gibi nedenlerle Türkiye egemenleri tıpkı dünyadaki sınıf kardeşleri gibi, hatta Türkiye özgünlüğünden ötürü onlardan daha çok, acil durumlar karşısındaki hazırlığını arttırmak istemektedir.
Terörün tanımını genişleterek, basın ve üniversiteler de dahil olmak üzere, birçok sivil toplum kuruluşuna ağır cezai yaptırımlar getiren bu yasanın derdi açık ki toplumla mücadele etmektir. Tasarı yasalaşırsa toplumda eleştirel ve özgür düşünceyi savunan birey ve kurumların, en temel demokratik hakların, sivil örgütlenmenin ve gerçek anlamıyla bilim yapabilmenin önü ciddi biçimde kapanacaktır.
Bu yasa tasarısı karşısında sessiz kalmak, korku ve sindirme pratiklerinin egemen olmasına razı olmak sonucunu doğurur.
Medyanın Öcalan'a af konusuna odaklanarak tasarıyı tartışma eğilimi ve burjuva partilerin tasarıya karşı geliştirdikleri eleştiriler, tasarının anti-demokratik özünü görünmez kılmaktadır. Çünkü yasa, yeni suç kategorileri icat edip terör tanımını genişletmektedir. TCK'da düzenlenen suçların %30'unu terör suçu haline getirmekte ve her türlü muhalif hareketi itham altında bırakarak halkı hedef almaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesinin 1999'da iptal ettiği kolluk güçlerinin duraksamadan ateş etme yetkisini geri getirerek yeniden yargısız infazlar dönemine kapı aralamaktadır.
Tasarının en tehlikeli maddelerinden birisi de 6. maddedir. Bu madde "terör örgütünün veya amacının propagandasını yapmak" suçlamasıyla yeni baştan her türlü muhalif düşünceyi yargılanır kılmaktadır. Örneğin "genel grev" yapılmasını savunmak, "ana dilde eğitim" veya "genel af" için çabalamak, faili meçhullere, gözaltında işkenceye ve "F-tipi cezaevilerine" karşı olmak, savaşların sonucunda yoksulların kurban olduğunu söylemek, Irak halkının ABD'ye tepkilerinden yana olmak, sınıfsal sömürüye karşı durmak öngörülen yasaya göre suç sayılabilecek ve 1 ila 3 yıl arasında hapis cezası getirebilecektir; çünkü yasalar tarafından terör örgütü olarak tanımlanan gruplar bu tür düşünceleri de savunmaktadır.
Aynı madde, örgüt amacının afiş veya pankartla yaygınlaştırılmaya çalışılmasını suç saymakta ve bu suçun "dernek, vakıf, siyasi parti, işçi ve meslek kuruluşlarına veya bunların yan kuruluşlarına ait bina, lokal, büro veya eklentilerinde veya öğretim kurumlarında veya öğrenci yurtlarında veya bunların eklentilerinde" işlenmesi halinde, cezanın iki katına çıkarılacağını belirtmektedir. Bir diğer deyişle tasarı üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını ve sendikaları açık olarak hedeflemekte, örgütlenme özgürlüğünü açıkça ihlal etmektedir.
Terörle Mücadele Yasa Tasarısı'nın 9. ve 10. maddeleri, terörle mücadelede görevli kolluk kuvvetlerinin herhangi bir suç işlemeleri durumunda; tutuksuz yargılanmalarını düzenle-yerek polis ve askerleri açıkça cesaretlendirmekte ve koruma altına almaktadır. Bu madde kapsamındaki tüm şüphelilerin savunma hakkı tek avukatla sınırlanırken kolluk kuvvetlerinin üç avukat tutmasını düzenlemekte ve bu avukatların ücretleri devlet tarafından üstlenilmektedir. Kolluk kuvvetlerince terörle mücadele kapsamında işlenecek olası bir suçun en hafif sonucunun, yaşam hakkını ve beden bütünlüğünü ihlal edeceği göz önüne alındığında bu tür bir düzenlemenin ne denli vahim sonuçlar doğurabileceği açıktır.
Ayrıca şüphelinin avukatla görüşmesi 24 saat engellenebilecek, avukatla yapılacak görüşmelerde bir kolluk görevlisi hazır bulunabilecektir. Yine bu kapsamda avukatın dosya incelemesi veya belgelerden örnek alması kısıtlanabilecek, şüphelinin avukata verdiği ya da avukatın şüpheliye verdiği belgeler incelenebilecek böylece avukatların savunmanın temsilcisi olma fonksiyonu engellenerek devletin baskı ve denetiminde bir savunmanlık yaptırılacaktır.
Tasarı ile dinleme, izleme, teknik takip kapsamı genişletilerek tüm toplum gözaltına alınmak istenmektedir. Devlet gizli soruşturmacılarla tüm muhalifleri izleyecek, gizli muhbirlerle kişi özgürlüğü ve güvenliği büyük tehdit altına girecektir. 19. maddede suç faillerinin yakalanabilmesine yardımcı olan ya da yerini bildirene para ödülü tüm toplumu ihbarcılaştırmayı hedeflemektedir.
Yasanın amaçlarını en açık biçimde yansıtan yanı muğlâklığıdır. Yasanın birçok yerinde "bazı," "kimi," ya da "andıran" gibi sıfatlar kullanılmakta ve birçok hukukçunun da belirttiği gibi yasa uygulayıcılara geniş bir keyfiyet alanı açmaktadır. Yani tasarı bir yandan çeşitli "suçların" cezasını arttırırken bir yandan da belirsizlik yoluyla kapsamını genişletmektedir. Bununla beraber yeni TMY ile cezaları bir üst sınır ile sınırlayan hüküm kaldırılmaktadır. Böylece bazı kişiler için binlerce yıllık hapis cezasının yolu açılıyor. Mevcut yasaya göre bu kanundan dolayı bir kişiye arttırılarak verilecek hapis cezalarının toplamı maksimum 36 yıl iken bu süre ortadan kalkıyor.
"Terörle mücadele" adı altında aslında toplumun demokratik kazanımlarını hedef alan yasa tasarısı bizlere bir tarihi hatırlatıyor. 12 Eylül öncesinde toplum demokratik kazanımlar elde etmiş; sendikalarda, derneklerde, meslek birliklerinde ve siyasi partiler çatısı altında örgütlenmiş, bu kazanımların geri alınışı 12 Eylül askeri darbesiyle olmuştu. Bugün de artan yoksulluk ve yaşanan çok çeşitli toplumsal gerilimlerin belirlediği toplumsal atmosferde neo-liberal saldırılar ve buna karşı belirebilecek direnişlerin baştan engellenmesi için gerekli hukuki ve ekonomik dayanaklar kurumsallaştırılıyor. Diğer yandan, durum Şemdinli ve Diyarbakır olaylarıyla birlikte düşünüldüğünde söz konusu tasarıyla 12 Eylül mantığının bir benzeri olarak temel hak ve hürriyetlerin 'hukuken' askıya alınmak istendiği görülmektedir.
SONUÇ
Türkiye gibi bir ülkede zaten güdük olan burjuva demokrasisi pamuk ipliğine bağlıdır. Demokrasinin beşiği olma iddiasındaki AB ülkelerinin de benzer yasaları çıkarttığını hatta bu konuda öncülük ettiğini düşünürsek aslında kapitalist düzenin sağlam kalelerinde de "demokrasinin" nitelik bakımından pek de farklı olmadığını görürüz.
Bütün burjuva sistemler düzenlerini sarsan sosyal mücadele-ler karşısında saldırgan yüzlerini göstermekte tereddüt etmeyeceklerdir. Sömürü ortadan kalkmadan baskı ve zorbalık da yok olmaz. Olsa olsa sömürülen ve ezilen yığınların gücüne bağlı olarak ipler gevşetilir ya da sıkılır. Tarih bize burjuvaların ipleri sıkma gereksinimi duydukları anların, işlerin onlar adına pek de yolunda gitmediği anlar olduğunu öğretmiştir. İpleri sıkıp baskıyı arttırmalarının nedeni potansiyel tehditkar unsurlardan çekiniyor olmalarıdır. Onları baskılayarak kendilerini güvende hissetmek isterler. Buradan, kapitalizmi tarihin çöğlüğüne göndermek isteyenler için şu sonuç çıkar ki böyle durumlarda devrimin çıkarı burjuva demokrasisinin burjuvalara karşı savunulmasını gerektirir.