Kapital'in ikinci basımına yazdığı sonsözde, Karl Marks, burjuva iktisadın bilimsel karakterinin 1830'da sona erdiğini belirtiyordu. Bu noktada kapitalist üretim modelinin kendisinin oluşturduğu sınıfsal gerilimler, daha fazla gelişmeyi imkansız kıldı. “Tarafsız araştırmacıların yerini kiralık ödül-avcıları; gerçek bilimsel araştırmanın yerini, sahte vicdan ve art niyetli mazeretler aldı.”
Geçtiğimiz Perşembe 94 yaşında ölen ekonomist Milton Friedman, gelecek yıllarda bu eğilimin klasik bir temsilcisi olarak anılacak. Gerçekten de onun, 40 yıllık meslek hayatının son noktasında “serbest piyasa”nın entelektüel babası olmasına varan, kariyer yaşantısı Marks'ın işaret ettiği sürecin canlı bir örneğidir.
Şimdi arkamıza baktığımızda, en azından büyük ekonomiler için, kapitalizmin “altın çağı” olarak nitelendirilebilecek savaş sonrası ekonomik büyüme döneminde, Friedman daha çok burjuva iktisadın kıyısındaydı. Bu makalenin yazarı, 1960'ların ikinci yarısında üniversitede iktisat okumaya başladığında, Friedman ve onun merkezi bir figürü olduğu Chicago serbest piyasa okulu, tuhaf olarak görülürdü. Bu dönem, hükümet politikalarıyla “efektif talebi” düzenlemenin —ekonomik durgunluk döneminde devlet harcamalarının artırılması, ekonomik büyüme ve gelişme dönemlerinde ücretlerin kırpılması— 1930'larda dünya kapitalizmini mahveden tipte bir ekonomik krizin yeniden ortaya çıkmasının önüne geçebileceği fikrine dayanan Keynesyanizm altın çağıydı.
Ancak tüm bunlar değişmek üzereydi. Savaş sonrası ekonomideki hızlı büyümenin, yükselen enflasyon ve yüksek işsizlik gibi derin iktisadi durgunluk göstergeleri yaratarak, 1970'lerin ilk yıllarında çökmesi, Keynesyan reçetenin de yıkılışını gösteriyordu. Keynesyan programda enflasyon, işsizliğin panzehiri sayılıyordu. Şimdi ikisinin de aynı anda varlık göstermesi “stagflasyon” olgusunu yarattı.
Ekonomideki hızlı büyümenin yok oluşu Keynesyanizm'in “hatasının” bir sonucu değildi. Bu, daha çok kapitalist ekonominin derinlere kök salmış çelişkilerinin yeniden ortaya çıkmasının neden olduğu bir olaydı. Bunun anlamı, ana kapitalist ülkelerin burjuvazisinin, işçi sınıfına verdiği imtiyazlar — ekonomik büyümeyi karakterize eden tam istihdamı sağlama azmi ve sosyal refah koşullarını hazırlama amacı — doğrultusunda oluşturduğu sınıf uzlaşmacı programını daha fazla sürdüremeyeceğiydi. Artık keskin bir dönüş zorunluydu.
Friedman yeni yönelimin ideolojik ayağını, hükümetin piyasaya müdahalesini krizin sebebi olarak açıklayarak ve 1930'larda itibardan düşen “serbest piyasa” ilkelerine yeniden dönüşte ısrar ederek, hazırladı. Ekonomik büyümenin çökmesinden sonra, 10 yıldan az bir zamanda, Friedman'ın “alışılmadık” teorileri ortodoksluğun yeni merkezi olurken, Keynesyanizm de aykırı düşünceler haline geldi.
1976 Ekim'inde, Stokholm'deki İsveç Akademisi, rüzgarın yönünün değiştiğini fark ederek, Friedman'a Nobel ekonomi ödülünü verdi. Bir ay öncesindeyse, İngiltere İşçi Partisi'nin konferansında yaptığı konuşmada, Başbakan James Callaghan, yeni eğilimlerin neler olduğunu ve bunların hükümet politikalarına nasıl yansıdığını özetliyordu.
“Eskiden, hem ekonomik durgunluktan çıkabiliriz hem de vergileri kısarak ve hükümet harcamalarını arttırarak istihdamı arttırabiliriz, diye düşünüyorduk. Ama şimdi tüm içtenliğimle söyleyebilirim ki böyle bir yol artık yok, ve zaten olduğunda da (savaştan beri) her seferinde sadece ekonomiye daha büyük oranda enflasyon enjekte ederek ve bir sonraki adımda da daha yüksek düzeyde bir işsizlik yaratarak işlemişti.”
Büyük Bunalım
Milton Friedman Orta Avrupa'dan göçen bir ailenin dördüncü çocuğu olarak Brooklyn, New York'ta doğdu. Daha sonraları yazdığına göre ailesinin geliri “küçük ve fazlasıyla değişken” oluyordu, ekonomik kriz hep vardı fakat her zaman yiyecek masraflarını karşılamaya yetecek kadar para bulabiliyorlardı, aile atmosferi sıcak ve destekleyiciydi.
Liseden mezun olduktan sonra, on altıncı yaşgününden önce, Friedman New Jersey'deki Rutgers Üniversitesi'nde okumak için bir burs kazandı. İlk önce, bir sigorta uzmanı olmayı planlamıştı ve matematik bölümünde okumaya başladı, ama daha sonra Büyük Bunalım'ın etkisiyle iktisada olan ilgisi arttı. 1932'de matematik ve iktisat bölümlerinin ikisinden de mezun olduktan 12 ay sonra, Chicago Üniversitesi'nden master derecesini aldı. Friedman, ilk başta Ulusal Kaynaklar Komitesi'nde — Roosevelt'in New Deal projesi tarafından yaratılmış olan—çalışmaya başladı ve daha sonra Ulusal Ekonomik Araştırmalar Büro'suna girdi. Savaş başladığında federal vergi politikasının geliştirilmesinde rol aldı ve “pay-as-you-go”(1) sisteminin temelini oluşturan federal gelir vergisi fikrini geliştirerek itibar kazandı.
1946'da Columbia Üniversitesi'nden doktora derecesini alan Friedman, iktisat teorisi öğretmek için Chicago Üniversitesi'ne geri döndü. 1976'da emekli olana kadar, serbest piyasa ve ticaret döngüsünü belirlemede para miktarının önemi üzerine dayanan Chicago İktisat Okulu'nun başkanı olarak kaldı.
Friedman Cumhuriyetçi politik çevrelerde de aktifti. 1964'te Cumhuriyetçi sağ kanadın lideri ve başkan adayı Barry Goldwater'a gayrı resmi danışman olarak hizmet vermişti. Bununla birlikte, 1968'de Richard Nixon'a ve 1980'de Ronald Reagon'a danışmanlık yapmıştı. Reagon seçimi kazandığında, Friedman onun Ekonomik Politika Danışmanlık Masası'nda ( Economic Policy Advisory Board) hizmet veriyordu ve 1988'de Başkanlık Özgürlük Madalyası (Presidential Medal for Freedom) aldı. 2002'de Başkan George W. Bush onu “hayat boyu başarıları”ndan dolayı onurlandırdı ve 90'ıncı yaşında Beyaz Saray'daki kutlamada onu “özgürlük kahramanı” ilan etti.
Friedman'ın iktisat teorisi üzerine yaptığı çalışmasına miktar teorisi kılavuzluk etmişti. Friedman, İngiliz filozof David Hume'a kadar giden uzun bir geçmişi olan bu teoriyi, Keynesyen perspektifteki talep yönetimi ve piyasaya müdahale fikirlerine muhalefetini formüle etmek için kullandı. Friedman'a göre, eğer parasal otoriteler tarafından çok fazla para üretilirse, fiyatlar artar.Friedman enflasyonun ise her zaman parasal bir olgu olduğunda ısrar ediyordu. Hükümetin görevi, diyordu, ekonomiyi kamu harcamaları üzerinden düzenlemek değil, doğal ekonomik büyüme için yeterli büyüklükte para arzını sağlamaktır ve piyasaya işsizlik ve ekonomik durgunluk problemlerini çözmesi için izin vermektir.
Ama eğer Kaynesyen teorileri çürütülecekse, Friedman bunun tarihsel ve istatistatiki analizlerin yer aldığı bir zeminde verilecek bir savaşla olacağını görüyordu. Bu, onun Anna Schwartz ile birlikte yaptığı ve 1963'te yayınlanan büyük teorik çalışması “ Birleşik Devletler'in Parasal Tarihi 1867-1960” 'ın arka planını oluşturuyordu. Friedman ve Schwartz, ekonomik tarihin incelemesinde, para arzının ekonomik düzeyi belirlemedeki kritik rolünü göstermek için araştırmalar yaptılar ve böylece gelecekteki politikaları için zorunlu yönergeyi saptadılar.
Friedman'a verilecek olan Nobel ödülü töreninde, İsveç akademisi onun bu çalışmasına özel bir vurgu yapmaya önem verdi. “En göze çarpanı” diyorlardı, “belki de onun, 1929 krizini ortaya çıkarmakta, ve bunalımı derinleştirip uzatmakta Federal Rezerv Sistemi politikasının oynadığı stratejik rol, hakkında yaptığı orjinal ve enerjik çalışmasıydı.”
Ama, 1930'lardaki bunalım — 20. yüzyılın en önemli iktisadi olayı — incelendiğinde Friedman'ın çalışmalarının çok açık bir biçimde teorik olarak tamamen iflas ettiği görülür. Friedman'a göre, 1929-30'da normal olan ekonomik durgunluk daha sonraları para arzının düzenlenmesinden sorumlu kurum olan Federal Rezerv'in bir dizi hatalı politikalarıyla ekonomik bir yıkıma dönüştü.
İlk örnekte, Federal Rezerv'in1928 baharında başlattığı ve Ekim 1929'da hisse senetleri piyasasının çoküşüne kadar uyguladığı para politikasının, koşullar sıkı para politikası uygulamaya uygun olmadan başlatılmasının yanlış olduğunu iddaa ediyordu. Ekonomi 1927'de, girdiği ticaret döngüsünden daha yeni yeni çıkmaya başlıyordu, meta fiyatları düşüyordu ve henüz enflasyondan eser yoktu. Federal Rezerv, ise, bunu hisse senedi piyasasında kredilerin spekülatif kullanımı içinde dizginlemeyi zorunlu görüyordu.
Friedman'a göre ise, Federal Rezerv'in politikalarının en önemli etkisi bunalımın kıvılcımını ateşlemek değil, 1931-32 çöküşüne sebebiyet vermekti. Bankalar likidasyona girerken, Federal Rezerv, krediyi artırıp finansal sistemi stabilize edeceğine, para desteğini kesti ve krizi derinleştirdi. O ve Schwartz, 1929 ve 1933 arasında Birleşik Devletler'de para desteğinin üçte bir oranında küçüldüğünü gördü. Friedman'ın eleştirilerinin işaret ettiği gibi, bu düşüş ekonomik faaliyetlerdeki gerilmenin ürettiği bir düşüştü.
İnsan “Özgürlüğü”
Yapılan itirazlara rağmen, Friedman'ın analizleri çok önemli politik amaçlara hizmet etti — Dikkatleri kapitalizmin ve onun serbest piyasasının bozuklukları üzerinden hükümetlere çevirdi. Friedman Temmuz 1998'de Radyo Avustralya ile yaptığı röportajında şöyle diyordu: Büyük Bunalım “geniş çevrelerce yorumlandığı gibi piyasa sisteminin bir kusuru” değildi, buna karşılık “çok ciddi bir hükümet kusurunun ve özellikle başlangıçta belli bir politika izlemesi ve bankacılığın korkularını önlemesi için kurulan para otoritelerinin kusurunun sonucuydu.”
O zaman sorulması gereken soru şu: Neden Federal Rezerv çöküşü önlemeyi başaramadı? Friedman'a göre, New York Federal Rezerv'i güçlü yöneticisi Benjamin Strong'un ölümünden sonra bir dizi anlaşmazlıktan dolayı harap olmuştu. Bu, doğru politikanın uygulanmasını engelledi.
PBS televizyonunun programlarından “First Measured Century” ye verdiği demecinde “Kötü para politikası uygulanması gerçeğinin, kısmen nedeni, Federal Rezerv Sistemi'nin en önemli figürü olan Benjamin Strong'un 1928'deki ölümüydü. Kanaatimce, eğer iki yada üç yıl daha fazla yaşamış olsaydı, Büyük Bunalım Dönemi ile karşı karşıya kalmayabilirdik.” demişti.
Bu tarz saçma laflar, Friedman tarafından, tarihteki en büyük ekonomik çöküşte “serbest piyasanın” ve kapitalizmin rolünün ciddi bir şekilde incelenmesini önlemek için hazırlanmıştı. Ama daha da saçma olanı, akademik çevrelerce onun bu analizlerinin ciddiye alınması ve bu bağlamda, Strong'un gerçek görüşlerinin ve eğer o olsaydı bu durumda farklı davranıp davranmayacağının araştırılması oldu.
Friedman'ın onu “önde gelen bir ekonomist” düzeyinde gösteren itibarı, onun çalışmalarının entellektüel ve bilimsel değerleriyle çok az ilgiliydi. Bu daha çok, onun serbest piyasa ve özel mülkiyetin faziletlerini, bunlar karşısında galip gelen ortodoksluğa karşı övme çabalarının bir sonucudur. Sonuç olarak, savaş sonrasında uzlaşma sona erdiğinde ve yeni ödül-savaşçılarına gerek duyulduğunda, o, küçük bir azınlık tarafından herhangi bir kısıtlama olmadan birikim yapılmasına dayanan yeni sosyal gerileme çağına, onun en önemli ajitatörü olarak eklemlenmişti. Hem de bunların tamamını insan “özgürlüğü” adına yaparak.
Friedman'ın ideolojisinin esası, insan özgürlüğünün, hiçbir kısıtlama olmadan işleyen serbest piyasa ve özel mülkiyet sistemi ile ayrılmaz bir bütün olduğu anlayışına dayanıyordu. Ayrıca piyasa, insanlık tarihinde belirli bir anda yükselen özel bir sosyal yapı değildi, o sonsuz bir oluşumdu. Tıpkı, feodal zamanlardaki egemen sınıfların ellerindeki papazların, onlara hiyerarşideki yerlerinin tanrı-vergisi olduğunu temin etmesi gibi, Friedman da günümüz egemen sınıflarına, sahip oldukları zenginlik ve ayrıcalıkların, insanların toplumsal organizasyonlarının doğasında olan birşey olduğunu temin ediyordu.
1962'de yayınlanan kitabı, Kapitalizm ve Özgürlük 'te şöyle yazmıştı: “Tarihsel olaylar, politik özgürlükler ve serbest piyasa arasındaki ilişki üzerine konuşurken tek ses çıkarırlar.” 1991'de verdiği bir ders sırasında bu konuyu genişletirken, piyasayı tüm sosyal etkileşim formlarıyla tanımlamaya girişti.
“Özgür bir özel piyasa”, diye yazmıştı, “insanlar arasındaki gönüllü bir ortaklığı gerçekleştirmek için varolan bir mekanizmadır. O, sadece ekonomik ilişkilere değil insanlar arasındaki tüm faaliyetlere uygulanır. Bir dil konuşuyoruz. Bu dil nereden geldi? Bu dili bir hükümet mi oluşturup, insanları onu kullanması için eğitti? Gramer kurallarını geliştirmesi için kurulan bir komisyon mu vardı? Hayır, konuştuğumuz dil özgür serbest piyasa tarafından geliştirildi.”
Friedman'ın dilin gelişimini ve bunun uzantısı olarak her insani aktiviteyi piyasa fenomenine dönüştürme çabaları başlıca analizler tarafından bile yıkılıyor. Serbest piyasa, kendi emek ürünlerini mübadele edebilen bağımsız bireylerin mevcut olduğunu varsayar. Ancak dilde, insanlar kendi özel üretimlerini mübadele etmezler. Anlayabilmek ve anlaşılabilmek için, birey, sosyalleşmiş uygarlık tarafından geliştirilmiş olan dili öğrenmek zorundadır. Friedman'ın iddaaları ise ancak, tek tek elementlerin bir bileşik oluşturmak için elektron “değiştirirken” aynı zamanda “piyasa ilişkileri” ile meşgul olduğu, savı kadar manalı iddaalardır.
Şili “Deneyimi”
Şili örneğinin de gösterdiği gibi, her ne kadar Friedman'ın serbest piyasa dogmalarının hiçbir bilimsel içeriği yoksa da, bunlar belli sınıf çıkarlarına hizmet etmesi açısından son derece önemlidir.
1975'de, seçilmiş Allende hükümetinin 11 Eylül 1973'te bir askeri darbe ile devrilmesinin ardından, cuntanın lideri, Augusto Pinochet, Şili ekonomisini yeniden düzenlemek için Friedman'ı ve onun “Şikagolu çocuklarını” — Friedman'ın himayesi altında eğitilen ekonomistler — çağırdı.
Friedman'ın ve onun takipçilerinin doğrudan rehberliği altında, Pinochet, ekonominin düzensizleştirilmesi ve özelleştirmelere dayanan “serbest piyasa” programını uygulamaya başladı. Asgari ücreti kaldırdı, sendika hakkını feshetti, emeklilik sistemini, kamu fabrikaları ve bankalarını özelleştirdi ve gelir vergisi ile kar vergisini düşürdü.
Sonuç, Şili nüfusunun büyük bir çoğunluğu için, sosyal yıkım oldu. İşsizlik 1974'te yüzde 9'un biraz üstünde iken 1975'te yaklaşık yüzde 19'a kadar yükseldi. Aynı dönemde üretim yüzde 12.9 düşüş gösterdi — 1930'larda Birleşik Devletler'de yaşananlara benzer bir daralma sözkonusuydu.
1977'den sonra Şili ekonomisi, yüzde 8'e yaklaşan büyüme ile gelen bir toparlanmanın keyfini yaşıyordu. Ronald Reagon Şili'yi Üçüncü Dünya ülkelerindeki kalkınma için bir “model” olarak gösteriyordu. Friedman da “Şili deneyiminin savaş-sonrası Almanyasının yaşadığı ekonomik mucize ile karşılaştırılabilir.” olduğunu iddia ediyordu, 1982'de diktatör Pinochet'ye övgüler yağdırıyordu, onun için “bir ilke olarak, serbest piyasa ekonomisini tamamen destekledi. Şili bir ekonomik mucizedir.” diyordu.
Ama toparlanma kısa ömürlüydü. 1983'te ekonomi, işsizlik oranlarında yüzde 34.6'ya varan yükselişle harap olmuştu. İmalat ürünleri yüzde 28 oranında azalmıştı. 1982 ve 1983 arasında gayri safi milli hasıla yüzde 19 oranında küçülmüştü. Serbest piyasa, özgürlük getirmekten ziyade, geniş bir servet birikimini bir kutupta toplamış, öbür kutuba ise yoksulluk ve sefalet getirmişti. 1970'de Şili nüfusunun yüzde 20'si yoksulluk sınırının altında yaşıyorken, askeri diktatörlüğün son yılı olan 1990'da bu oran iki katına çıkarak yüzde 40'a ulaştı. Zenginler ise, daha da zenginleşiyorlardı. 1970'de nüfusun en zengin beşte birlik kesimi zenginliğin yüzde 45'ini, en fakir beşte birlik kesimi ise yüzde 7.6'sını kontrol ediyorken, 1989'da oranlar yüzde 55'e yüzde 4.4 olmuştu.
Şili deneyimi çok özel bir örnek değildi. Bu basitçe, ipleri çözülen kapitalist serbest piyasanın insana özgürlük getirmekten çok, ancak devletin örgütlü şiddetiyle varolabileceği, gerçeğini ilk olarak gösteren örnekti.
Birleşik Devletler'de Ronald Reagon yönetimi sırasında parasalcı(monetarist) serbest piyasa programının uygulanması, 1981'de hava trafik kontrolörleri sendikası PATCO ile başlayan sendikaların yok edilmesi süreciyle eş zamanlı olarak işledi. Federal Rezerv Yönetim Kurulu Başkanı Paul Volcker'in de daha sonra açıklayacağı gibi: “Yönetimin enflasyona karşı savaşa yardımcı olan en kritik hareketi hava trafik kontrolörlerinin mücadelesini mağlup etmek oldu.”
Benzer şekilde Britanya'da Thatcher'ın ekonomik karşı-devrimi de, Friedman'ın ve onun en çok etkilendiği akıl hocası Friedrich Hayek'in fikirlerine dayanarak, 1984-85'te yıl boyunca süren madencilerin grevine polisin ve devletin diğer güçlerinin müdahaleleri yoluyla madenciler sendikasını dağıtmanın zemin hazırlayacaktı.
Başka bir yerde aynı süreç yine iş başındaydı — özelleştirme programının, düzensizleştirmenin ve serbest piyasanın işçi hareketleri üzerinde yoğun baskılar kurduğu Avustralya'da, tüm bunların hepsi 1983-1996 arasında Hawke-Keating Emek hükümetleri tarafından hayata geçirildi.
Friedman öldüğünde alkış sesleri havayı doldurdu. Bush onu “çalışmaları insanların saygınlığının ve özgürlüğünün gelişmesine büyük yardımlarda bulunmuş devrimci bir düşünür ve olağanüstü bir ekonomist” olarak selamladı. Margaret Thatcher onu “ekonomik özgürlüklerin” yeniden canlandırıcısı olarak övdü ve onu “entellektüel bir özgürlük savaşçısı” olarak tanımladı. ABD Hazine Bakanı Henry Paulson, onun her zaman “en büyük ekonomistler” arasında sayılacağını söyledi. New York Times anma yazısında Friedman'ı “ekonominin devi” olarak tanımladı ve onun Şili'deki hareketlerinin eleştirisinin yalnızca “yoldaki ufak bir engel” olduğunu yazdı. Avustralya başbakanı John Howard onu “dünya ekonomik teorisinin en yüksek şahsiyeti” olarak adlandırırken, Rupert Murdoch'un gazetesi Australian onun için “özgürlüklerin şampiyonu” dedi.
Ve böylece devam etti. Görünüşe göre, hiçbir şey zengin ve güçlüleri, özgürlük teriminin kendi yüksek mevkilerini devam ettirmelerini haklı çıkarması kadar memnun etmiyor. Ancak gelecek dönemde, değişmiş toplumsal koşullar altında ve farklı politik durumlarda, Milton Friedman ismi çok daha farklı tepkileri çağrıştıracak.
Nick Beams
(1) “Pay-as-you-go” sistemi: Bu sistemde, kısaca, bugün çalışanın sosyal sigorta kesintileri bir havuza akıyor ve emekli olanların masrafları da bu havuzdan ödeniyor.
wsws.org'dan çevirilerek alınmıştır