Fransa Ulusal Meclisi'nin Ermeni soykırımı yasa tasarısını kabul etmesinden sonra milliyetçi hezeyana kapılan bir kısım şovenistin "biz de Türkiye'de kaçak çalışan 40 ile 70 bin arasndaki Ermeniyi sınırdışı edelim" talebiyle ortaya çıkması, birçoklarını şaşırttı. Sahiden Türkiye'de bu kadar çok Ermenistanlı var mıydı? Gerçekte, "göçmenlik" olgusu birçok açıdan Türkiye'de toplumsal yaşama etki edebilecek noktaya gelmiş bulunuyor. Ermenilerin dışında Türkiye'de kaçak olarak yaşayan ve çalışan daha nice milletten yüz binlerce göçmen var.
Bir ülkede, göçmen çalışan sayısı belirli bir limiti aştıktan sonra, göçmenlik olgusu hızla ciddi ekonomik, sosyal ve politik yansımaları olan bir konuya dönüşüyor. Dünyanın daha önce sanayileşen ülkeleri bu mevzuu yakından tanıyorlar. Kapitalistler açısından göçmenlik olgusu ikili bir karakter gösteriyor: "karlı bir sorun". Proletarya açısındansa aşılması gereken politik bir mesele. Herhalde durumun gelebileceği en uç halin örneklerinden birisine geçtiğimiz Kasım ayında Paris varoşları alev alev yanarken şahit olduk. Türkiye'yi de kapsamaya başlayan göçmenlik olgusuna, AB ve ABD'deki durumu da ele alarak, proletarya cephesinden bir yanıt vermek istiyoruz.
Dünyada Göçmenlik
Göç, insanlık tarihi için yeni bir olgu değil. Binlerce yıldır insanlar kıtlık, savaşlar, sürgün gibi nedenlerle yaşadıkları toprakları terk ettiler. Lakin kırdan kente ve azgelişmiş ülkelerden gelişmişlere doğru kitlesel bir işçi göçü ancak kapita-lizmin gelişimiyle birlikte başladı. Savaşların, yoksulluğun, işsizliğin, etnik temizliklerin, baskıcı diktatörlerin dayanılmaz hale getirdiği yaşamlarını iyileştirme umuduyla milyonlarca insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalıyor. Her gün binlercesi yasal ya da yasal olmayan yollarla yaşadıkları yerleri değiştiriyorlar.
Her ne kadar göç tarihsel bir olgu olsa da insan akını son 20 yılda daha önce hiç olmadığı kadar arttı. Sadece ABD'ye 1990 yılında yasal yollardan bir milyon ve yasal olmayan yollardan 1 milyon 300 bin göçmenin geldiği hesaplanıyor. Avrupa için de benzer bir manzara söz konusu. 1990 yılında Avrupa'ya 2 milyon göçmen yasal yollarla girdi, yasa dışı göçün boyutu ise tam olarak bilinememekte. Tahminlere göre AB ülkelerinde 3 milyonu kaçak olmak üzere, 22 milyon göçmen var. ABD'de ise 30 milyon göçmenden 11,5 milyonu kaçak işçi konumunda. Şu an dünya üzerinde yaklaşık 200 milyon insan göçmen durumunda ve bu sayı her yıl 1 milyon kişi artmakta.
Ülkelerin uluslararası göçe yönelik politikaları, kapitalist ekonominin dönemsel ihtiyaçlarına göre değişmekte. II. Dünya Savaşı'nda tamamen yıkılan Avrupa kapitalizmi, yeniden inşa ve büyüyen ekonomilerinin ihtiyaçları doğrultusunda göçmen işçilere muhtaçtı, çünkü genç işgücünün savaşta katlolmasının da etkisiyle yeterli işgücüne sahip değildi. Bu nedenle, 1950-1980 arası dönemde uluslararası emek göçü Avrupa'nın pek çok ülkesince temel politika olarak benimsendi. Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan gibi Balkan ülkeleri başta olmak üzere pek çok ülkeden gerekli olan işgücü ihtiyacı karşılandı. Göçmen işçi çalıştıran gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sayısı 1970-1990 arasında 42'den 90'a çıktı.
1970'lerde patlak veren kapitalist ekonominin krizinin ardından işgücü ithaline yönelik ihtiyaç azaldı. 80'lerden sonra, Avrupa kapitalizmi, sadece ucuz ama yüksek vasıflı göçmenleri kabul eder oldu. Beri taraftaysa kapitalizmin yarattığı savaşlar, yoksulluk ve kıyımlardan kaçan ve vasıfsız olan milyonlarcası kaçak göçmenliğe mahkum edildi.
Türkiye'de Göç
Avrupa'ya göçün kapıları büyük oranda kapatılınca, yaşadıkları sorunlardan kaçmak zorunda kalanlar için tek çıkar yol kaldı: kaçak göçmenlik. Türkiye'de kaçak göçmenlerin sayısının artışı da bu bağlamda gerçekleşti. Avrupa'ya kaçak göçün birçok rotası, Ortadoğu ve Asyalılar için en önemlisi, Türkiye üzerinden geçiyor. Göçmenlerin çoğu Türkiye'yi transit geçiş ayağı olarak düşündü. Ancak beklentileri gerçekleşmeyince kimileri Avrupa'ya geçme fikrinden vazgeçerek, kimi ise Türkiye'yi Avrupa öncesi bir bekleme odası olarak değerlendirerek buraya yerleşti. Her ne kadar günlük yaşamda varlıkları çoğumuzca hissedilmese de, Türkiye'de şu an 1 milyon kaçak göçmen işçi var. Ayrıca, her yıl 100 bin kaçak göçmen yakalanıyor, 100 bin kişinin de yakalanmadan Türkiye'ye giriş çıkış yaptığı düşünülüyor. 1995-2004 yılları arasında 477 bin kaçak göçmen yakalandı.
Ekonomik durgunluk girdabına sıkışmış kapitalizm, çıkışın yolunu savaşlarla ucuz hammadde ve yeni pazarlar elde ediminde; kazanımları yok edilerek emeğin maliyetinin ucuzlatılmasında; devletin sosyal alanlardan el çektirilmesiyle birlikte vergi ve diğer yollarla toplanan kaynakların tamamıyla kendine aktarılmasında arıyor. Kısacası kapitalizm krizden, krizin bedelini işçi sınıfı, yoksul halk, yoksul köylülük ve dünya halklarına ödeterek çıkmaya çalışıyor. Bu çabası da yoksulluk, siyasi ve etnik baskılar, savaşlar, kıtlık, salgın hastalıklar, çevre felaketleri, iç savaşlar, işsizlik vb. sorunlardan başka bir şeye yol açmadığından bu sorunlardan kurtulmak isteyenlerin, yasal olsun olmasın, göç dalgalarını devam ettirecekleri ortada. Bu bağlamda, gelişmeler göstermektedir ki Türkiye, Asya ve Ortadoğu ile Avrupa arasında köprü olması nedeniyle, daha çok sayıda göçmene ev sahipliği yapacaktır. Gelecek göçmenlerden bir kısmı istediği rotayı takip etme şansı bulsa bile çoğunluğunun Türkiye'de yerleşmek zorunda kalacağı da aşikar. Bu şekilde bakıldığında Avrupa ve ABD'de ayaklanmalarıyla, işsizliğiyle, suç oranlarıyla, ekonomisiyle her zaman için gündemde olan göçmenlik olgusu, Türkiye için de önemli sosyal ve ekonomik yansımalara gebe olan bir sosyal gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Son dönemde Türk-iş, Tabipler Odası, Tmmob gibi sendika ve sivil toplum örgütlerinin bu konuyu gündemlerine taşıması da bu durumun bir habercisidir.
Avrupa ve ABD'de İşçi Sınıfı Cephesinin Kaçak Göçmenliğe Yaklaşımı Ne?
Avrupalı kapitalistler, II. Dünya Savaşı sonrasında çöken ekonomilerinin yeniden inşası için ihtiyaç duydukları göçmenlere, yüksek vasıflı olanlar hariç, artık kapıları kapatmış durumda. Hemen her yıl göçmen işçilere yönelik yeni sınırlama ve baskı yasaları yaşama geçiriliyor.
ABD ve AB, göçmenlerin ekonomilerinin sırtında bir kambur olduğunu ilan ediyorlar. Kapitalizmin kendi iç çelişkilerinin kaçınılmaz sonuçları olan işsizlik, suç gibi temel toplumsal sorunların kaynağı olarak göçmenler gösteriliyor. Böylece göçmenler toplum nezdinde birer günah keçisine dönüştürülmek isteniyor.
Sermaye, işçi sınıfı ve yoksulların neo-liberal saldırılar karşısında yükselen öfkesinin hedefine göçmenleri yerleştirmeye çalışılırken, sahne arkasında göçmenlerden ucuz işgücü olarak yararlanmakta. Avrupa'da sayıları 3 milyonu, ABD'de 11.5 milyonu bulan kaçak göçmen işçilere oturum ve dolayısıyla çalışma hakkı verilmeyerek bu insanlar kaçak çalışmaya mahkum ediliyorlar. Yıllarca en ağır şartlarda, en düşük ücretlerle ve hiçbir sosyal haktan yararlanmadan çalışan göçmenler kapitalizmin en vahşi sömürüsüne mahruz kalıyorlar. Kapitalistler bu insanları iliklerine kadar sömürüyor. Avrupalı ve ABD'li kapitalistler, göçmen işçiler sırtından olağanüstü karlar elde ederken, diğer yandan da ülkedeki ücretlerin aşağı çekilmesinde ve sosyal kazanımların yok edilmesinde onları önemli bir araç olarak kullanıyorlar.
Göçmenlerin bir yandan kapitalistlerce işsizliğin, suçun kaynağı ve ekonominin sırtından kambur gösterilmesi diğer yandan da kapitalistlerin göçmenlerin zorundalıklarından yararlanarak ücretleri düşürüp sosyal hakları budaması, ("siz bu ücret ve koşullarda çalışmayı kabul etmiyorsanız dışarıda kabul edecek inlerce insan bulunur" şantajlarıyla) Avrupa ve ABD işçi sınıfında, göçmenleri, yaşadıkları sorunların kaynaklarından biri olarak görme, onları günah keçisi ilan etme tavrını geliştirdi. Sendikalar, göçmen girişini kısıtlayan, varolan kaçak göçmenleri de sınırdışı eden yasaları destekliyorlar. Avrupa ve ABD solunun da bu konuda tutumları pek iç açıcı değil. Birkaç örnek dışında işçi sınıfı içinde kapitalistlerin göçmen meselesinde yaratmaya çalıştığı hedef ve bilinç bulanıklığını ortadan kaldıracak adımlar atmaktan uzaklar. Örneğin, Fransa'da göçmen ayaklanması sırasında ülke siyasetine etki edebilecek düzeyde büyük güçler, göçmenlere aktif desteklerini sunup işçi sınıfı içinde göçmen karşıtı önyargıları yıkmaya çalışmak yerine, yarım ağız bir "göçmenler de çok eziliyor" demenin ya da tamamen sessiz kalmanın ötesine gidemediler.
Oysa şu gerçek açık ki istense de istenmese de göçmenler, Avrupa ve ABD işçi sınıfının bir parçası olmuştur ve Avrupa işçi sınıfının bir bileşeni olan göçmen işçilere karşı bu tutum gelecek dönemde işçi sınıfının birliğini sağlayacak ya da bozacak ana konulardan biri olacaktır. Sermaye, manüpulasyonlarıyla işçi sınıfının birliğinin önüne etnik ve kültürel engeller koyarak işçi sınıfını bölmek, parçalamak ve örgütsüzleştirmek istemektedir. Sermaye, göçmenleri günah keçisi ilan ederek göçmen işçilere gözdağı verirken işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin önüne geçmeye çalışmaktadır.
Göçmenlere yönelik tutumun beslediği bir nokta daha vardır ki bu da en az yukarıda bahsettiklerimiz kadar işçi sınıfı ve solun kaderini belirlemede etkilidir. Yabancılara yönelik neoliberal politikalar, yabancı düşmanlığından beslenen ırkçı-faşist parti ve güçlerin de önünü açmakta, onları cesaretlendirmektedir. Yabancı düşmanlığı, yabancılara dönük saldırılara dönüşmektedir. Irkçı saldırılar artık günlük, olağan olaylar haline gelmiştir. Bu da Avrupa çapında ırkçı, faşist partilerin yükselişe geçişinin yolunu açmıştır. Aşırı sağcı bu tehdit, ancak göçmenler karşısında alınacak sağlam bir politik tutumla durdurulabilecektir.
Bütün bu gelişmeler çerçevesinde göçmelere yönelik tutumun Avrupa ve ABD'de solun devrimci niteliğine yönelik turnusol kağıtlarından biri haline geldiğini söylemek haksızlık olmayacaktır.
Türkiye'de Sendikalar, STK'lar ve Yabancı Emek
Daha önce de belirttiğimiz gibi Türkiye'de göçmen işçilerin varlığı ancak yeni yeni hissedilmeye başlanmıştır. Ancak daha şimdiden, Türk-İş gibi sendikalar, Tabipler Odası, Tmmob gibi sivil toplum kuruluşları yabancı emeği gündemlerine almış durumdalar. Kaçak göçmen işçiler, dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi Türkiye'de de aslen hizmet sektörünün daha düşük gelirli işleri ile küçük üretimde ve seyyar satıcılık alanlarında çalışmaktalar. Çoğunlukla, garsonluk, ev hizmetçiliği, hasta ve çocuk bakımı, tezgahtarlık, çay toplamak, inşaat ve değişik sektörlerde işçilik yapmak ya da seyyar satıcılık yaparak geçimlerini sağlıyorlar. Bu bağlamda da kaçak göçmen işçilik konusu büyük oranda Türk-İş, DİSK, Hak-İş gibi sendikaların gündeminde yer tutacaktır. Ancak konu "yabancı emek" çalıştırmak başlığı altında bugünlerde hem Tabipler Odasının hem de Tmmob'un gündemini işgal etmektedir. Hükümet, TC vatandaşı olmayanlara kapalı olan doktorluk yolunu yabancılara açarak Tabipler Odasının şimşeklerini üzerine çekmişti. Aynı şekilde, hükümet, yabancı mimar ve mühendis çalıştırmayı zorlaştıran koşulları kolaylaştırarak Tmmob'u da sokaklara taşıdı.
Bu kurumların göçmen emek konusu karşısındaki tepkilerine bakacak olursak yabancı emek kullanımına karşıtlık ortak nokta olarak gözümüze çarpıyor. Türk-İş birkaç yıl öncesinden "yabancı kaçak işçilik yasaklansın" talebini programına yerleştirmişti. Bu çağrılar, şimdi Tabipler Odası ve Tmmob tarafından daha yumuşak tonlarda yapılmakta.
Türk-İş'in yabancı kaçak işçilik yasaklansın tutumuyla Tabipler Odası ve Tmmob'un "her doktor, mühendis ve mimara kapıları açmayalım, koşullar koyalım geçebilen gelsin" tutumu arasında esasında uçurum yok. Koşullar koyalım talebinin altında "herkes gelemesin, geçmişte olduğu gibi tek tük gelsinler" yaklaşımı var. Yine Tmmob'un yasa tasarısının şekillenmesi ve meclise taşınmasıyla birlikte kuyruğuna basılmış gibi Türkiye çapında, çok ciddi hazırlanıldığı bir eylem hazırlamasının altında da yabancı mimar ve mühendislerin Türkiye'ye gelmemesi isteği var. Bahsetmiştik, AB ve ABD'de de göçün iki mahiyeti vardır: birisi kaçak göçmenlik, diğeri ise yüsek vasıflıların yasal göçmenliği. ABD her yıl ortalama 327 bin, Japonya 609 bin, İngiltere 114 bin ve Fransa 99 bin kalifiye göçmeni ülkelerine getirmektedir. AB, Japonya ve ABD'de bu işleri görebilecek işgücü olmadığı mı sanılmaktadır? Elbette ki hayır! Almanya, Kanada, Fransa, ABD ve diğerlerinde o ülkedeki bir dizi uzman işe alınmayıp Rusya, Türkiye, Pakistan, Hindistan, Doğu Avrupa gibi ülkelerden daha düşük ücretle çalışacak uzmanlar getirilmektedir. Her ne kadar şu dönemde günah keçisi ilan edilen göçmenler, daha büyük oranda kaçak göçmenler olsa da bir eğilim olarak başlamış bulunan ve gelecekte de etkisini büyük oranda gösterecek olan yüksek vasıflı göçmenlere yönelik de bir öfke mevcuttur. Bu nedenle göçmenlere yönelik tutumu sadece kaçak göçmenlere yönelik tutum olarak ele almamak "yabancı işgücü"ne yönelik tutum olarak değerlendirmek gerekmektedir.
Kaçak Göçmenliğin Sorumlusu Kapitalizmdir
II. Dünya Savaşı'ndan yıkımla çıkan ve yeniden inşası için gerekli işgücüne sahip olmayan Avrupalı kapitalistler için yabancı emek kullanımı olmazsa olmazdı. Bu nedenle başta Balkanlar olmak üzere birçok az gelişmiş ülkeden işgücü toparlandı. Ancak 70lerde krizin başlamasıyla birlikte artık aynı işgücüne ihtiyaç kalmamıştı, artık kapılar kapanmalıydı. Öyle ya göçü savaşlar, yoksulluk, etnik katliamlar, baskıcı diktatörler, çevre felaketleri girdabına sıkışmış insanların ihtiyaçları belirlemiyordu. Asıl olan Avrupalı ve ABD kapitalistlerin karlarına kar katmak için neye ihtiyaç duyduklarıydı. İşte kaçak göçmenliğin hızlandığı süreç de bu dönem oldu. Göç etmek zorunda kalan insanlar için göçe iten nedenler ortadan kalkmamıştı ki göç olgusu ortadan kalksın. Her türlü risk göze alınarak (ölüm, yaralanma, dolandırılma...) göçler, bu sefer de kaçak yollardan devam etti.
Avrupalı kapitalistler, önceleri ekonominin restorasyonu için çağırdıkları ve sonra da kendileri için davetsiz konuklar haline gelen göçmenleri, bütün ikiyüzlülükleriyle alttan alta neo-liberal ajandanın dayattığı ekonomik sorunların günah keçisi ilan ettiler. Öyle ya hep bu göçmenler işçilerin işlerini ellerinden alıyorlar, ucuz ücretlere çalışıp ücretleri düşürüyorlar, işsiz kalıp suç işliyorlar ve bir de isyan ediyorlardı. Bütün günahların faturası göçmenlere kesildi ve Avrupa'nın birçok yerinde yabancı düşmanlığı üzerinden ırkçı hareketler yükselişe geçti.
Kapitalistlerin ikyüzlülüğü, bununla sınırlı değil. Sermaye, çıkarlarına uygun şekilde, kendisine ucuz ama yüksek vasıflı işgücü sağlayacak göçmenlere kapıları açarken, kapitalizmin yarattığı pisliklerden kaçmak isteyenlere kapılarını sımsıkı kapatmak peşinde.
Kapitalistler ne kadar baskı uygularsa uygulasın, ne kadar polisiye tedbirler alırsa alsın, ne kadar yaptırımcı yasalar koyarsa koysun kaçak göçmenlik varolmaya devam edecektir. Çünkü insanları göç etmeye zorlayan koşullar kapitalizm varolduğu sürece varolacaktır.
Şurası iyi bilinmelidir ki insanların kaçak göçmenler haline gelmesinin tek sorumlusu varsa o da göçe neden olan koşulları yaratan kapitalizmdir. Göçün nedenleri olan savaşlar, kıtlık, etnik temizlik, baskıcı diktatörler, çevre felaketleri, işsizlik, tarımın yok edilmesi, yoksulluk gibi sorunların yaratıcısı kapitalizmdir. Özellikle de 70lerdeki büyük kriz sonrasında tedavüle giren neo-liberal politikalar, bu süreci hızlandırmıştır.
80lerle birlikte tedavüle giren neo-liberal politikaların gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde bir dizi etkisi oldu. Bu politikalar sosyal devleti ortadan kaldırmakta; hız verdiği tarımın tasfiyesi ve özelleştirme gibi süreçlerle işsizliği artırmakta; sağlık ve eğitim gibi toplumsal hizmetlerden devletin el çekmesini sağlamakta; zengin ile yoksul arasındaki gelir uçurumunu derinleştirmekte; milyonların yaşam standartlarını düşürmekte ve böylece yoksulları, köylüleri ve işçileri büyük bir yıkımın içine atmaktadır. Ayrıca sistemdeki tıkanıklığı aşmanın araçları olarak görülen savaşlar, ortaya çıktıkları bölgelerde hayatı yaşanılmaz kılmakta. Darfur gibi bir dizi bölgede altın, elmas gibi değerli madenlere sahip olmak arzusundaki kapitaist tekeller halkı iç savaşa, etnik çatışmalara sürüklemekte. Ortadoğu, Afrika ve Güney Amerika'da kendi çıkarlarıyla uyumlu çalışan diktatörleri desteklenerek binlerce muhalifin katledilmesine, insan hakkı ihlallerine göz yumulmakta. Kapitalizmin doğa üzerinde yarattığı tahribat (küresel ısınma gibi) son dönemlerde gezegenimiz üzerinde yıkıcı etkisini olanca şiddetiyle göstermekte. ABD'nin New Orleans şehrini vuran Katrina kasırgası sonrasında 1 milyondan fazla bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı ve mağdurlar ilk iklim göçmenleri oldular.
Kısacası, göçmenler sorunun kendisi değil aksine mağdurlarıdırlar. İşsizlik ve suç oranlarında artışın, sosyal hakların budanmasının, ücretlerde düşüşün sorumlusu aranacaksa bakılması gereken tek yer kapitalist sistemin kendisidir.
Göçmenler Karşısındaki Tutum Sol İçin Turnusol Kağıdıdır
Sosyalizme gidecek yolu açacak işçi sınıfının birleşik eylemi önündeki her engel solu zayıflatacak ve insanlığın kurtuluşunu uzak zamanlara erteleyecektir. Göçmenler konusundaki tutum da böyle bir mahiyete sahiptir. Göçmenler konusunda kapitalistlerin propogandasını özümsemiş bir işçi sınıfı daha uzun bir süre kapitalizme zincirleriyle bağlı kalacak demektir. Çünkü böyle bir işçi sınıfının kapitalizme karşı mücadelesinin önü yaratılan hedef ve bilinç bulanıklığıyla kesilmektedir. Göçmenlerin, Avrupa işçi sınıfının bir parçası haline gelmiş olduğu düşünüldüğünde onları dışlayan bir tutumun işçi sınıfının birliğini bozacağı, onu kapitalistlerin saldırısı karşısında güçsüz bırakacağı aşikardır. Öyleyse insanlığın kurtuluşunu bir devrimci parti önderliğindeki işçi sınıfının bileşik eyleminde görenlerin bu konudaki en temel sorumluluğu göçmen işçiler ve işçi sınıfının geri kalanı arasındaki duvarları ortadan kaldırmaktır. Bu da ancak işsizliğin, ücretlerde düşüşlerin, suç oranında artışın ve benzeri diğer sorunların sorumlusunun göçmenler değil, kapitalizm olduğunun ortaya konmasıyla mümkündür. Devrimci Marksistlerin görevi, her ne yolla gelirse gelsin, göçmen karşıtı politikalara karşı koyabilen ve böylece de kapitalistlerin ideolojik hegemonyasının dışına çıkabilen bir işçi sınıfı yaratmak için ideolojik, pratik mücadele vermektir.