Üniversiteler Saldırı Altında! Çıkış Yolu Nerede?

Geçtiğimiz aylarda Ankara'da Sakarya Meydanı'ndan başlayıp Yüksel Caddesi'nde noktalanacak bir yürüyüş kolu ve okunacak bir basın açıklaması için yaklaşık 80 kişi biraraya gelmişti. Grup polis tarafından derhal çembere alındı. Hepsi hepsi 80 kişi için yüzlerce robokop polis basın açıklaması için toplananların etrafında 3-4 kat çember oluşturdular. Göstericiler polis barikatlarının içinde görünmez hale gelmişti. Sloganların bastırılması için ses aracından sürekli anonslar yapılıyordu.

Kimilerine polisin tutumu çok anlamsız ya da gereksiz gelebilir. Önü sonu 80 kişi, bağırıp çağırsalar ne olacak ki, ne yapabilirler? Faşistliğe, sol düşmanlığına da bağlanabilir yapılanlar. Oysa bu aşırı sertliğin arkasındaki korkudan başka bir şey değil. Yine birçok kişi neyinden korkacaklar ki bu 80 kişinin diye düşünebilir. Gerçekteyse bu tavırlarının arkasında sınıf içgüdüleri yatmaktadır.

Toplumsal huzursuzluğun bir hayli fazla olduğu, zaten bir hayli derin olan sınıflar arası uçurumun her geçen gün açıldığı Türkiye toplumunda gizli durumdaki toplumsal öfkenin kendisini ifade edebileceği samimi bir kanal bulması ihtimalinden, alttan alta, büyük bir korku duymaktadır hakim sınıflar. Böyle bir kanalı kitlelere ancak sistem karşıtı sol sunabilir. Bu sebepten düzen dışı sol ne kadar küçük olursa olsun büyük bir tehlikedir düzenin sahipleri için.

İşte bu yüzden Yüksel Caddesinde kısa bir açıklama yapıp dağılacak olan topu topu 80 kişiden korkmaktadırlar. Bu yüzden yüzlerce robokop etten duvar örmektedir. Göstericilerin etraftan geçen halk tarafından görülmesini dahi engellemeye çalışmaları bu yüzdendir. Ses aracının atılan sloganları bastırmak için özel bir çaba sarfetmesinin sebebi budur. Yürüyüşe zaten izin verilemez.

Esas kaygı, örgütlü devrimci sesin toplumsal öfkenin kulaklarına varmasını engellemektir. Devrimcileri marjinalleştirdikçe marjinalleştirmek, kökünü kurutmak için can atarlar. Çünkü bağıranlar haklıdırlar, haksızların esas gayesi ise haklıları susturmaktır.

Örgütlü Mücadeleye Yönelik Baskılar

Uluslararası kapitalist sistemin krizi derinleştikçe yönetici sınıflar krizden çıkışın anahtarını emperyalist savaşlarda, işçi sınıfına yönelik neo-liberal saldırılarda buluyor. Türkiye'de de gün geçmiyor ki işçi sınıfının kazanımlarını gasp etmeye yönelik adımlar atılmasın.

Neo-liberal ajandanın hayata geçmesinin hayatiliği arttıkça ajandayı bırakın engellemeyi, bunun potansiyellerini taşıyan her türlü muhalefete yönelik saldırganlık da artıyor. Bir yanda sendikalı çalışanlar (KESK), yaptıkları eylemler nedeniyle soruşturma, cezalar kıskacına alınırken diğer yandan da direnişi örgütleme potansiyeli taşıyan (şu an bu uzak ihtimal olsa da çelişkilerin bu kadar derin olduğu coğrafyalarda rüzgarın ne zaman, nereden eseceği belli olmaz) sol odaklar da kıskaca alınmaya çalışılıyor. Sola yönelik saldırılar genel itibariyle TMY gibi yasalarla bir istisna olmaktan çıkarılıp kural haline getirilirken, bir yandan da sol gruplara yönelik özel operasyonlara hız veriliyor. Sola yönelik baskının bir yöntemi de solu görece güçlü olduğu alanlardan silmek üzerine işliyor. Üniversitelere yönelik soruşturma, faşist saldırı terörünün arkasında da bu motifleri aramak gerekiyor.

Kaynayan Ortadoğu kazanının sıcaklığının Türkiye'yi de vurmasıyla, kapitalistlerin krizinin derinleşmesiyle ortaya çıkabilecek bir bunalım sürecinde yükselmesi olası güçlü bir muhalefet hareketlerinin önü şimdiden kesilmeye çalışılıyor. Bu nedenle de muhalefeti örgütleme potansiyelleri taşıyan solun etkinliğini kırmak için harekete geçiliyor.

Solun en önemli mevzilerinden biri olan üniversitelere yönelik koordineli bir saldırı çemberi yaratılmasının nedeni de bu. Solun Türkiye'deki en önemli üniversitelerin bazılarında etkin olması bu süreçte iktidarın tüm sahipleri tarafından her zamankinden daha tahammül edilmez geliyor ve daha fazla tehdit oluşturuyor.

Egemenler, bu tehditi bertaraf etmek için de sistematik bir saldırı dalgasını hayata geçirmiş durumdalar. İstanbul Valisinin üniversitelerde solu bitirmek için rektörlerle toplantılar yaptığı medyada yansıyan bir haberdi. İdare, polis, faşist işbirliği fiilen yaşanan bir şeyken son süreçte bu durum yoğunlaştırılmıştır. Bir yandan soruşturmalar, cezalar, okuldan atmalar diğer yandan da okul yönetimleri ile işbirliği içindeki polis müdahaleleri ile faşist terör.

İstanbul Üniversitesi'nde geçen yılın ikinci döneminde yaklaşık 50 öğrenciye 800'den fazla soruşturma açıldı. Bu soruşturmalardan 11'i atılmayla, 28'i bir ile dört dönem arası okuldan uzaklaştırma ile sonuçlandı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde hemen hepsi öğrenci derneği üyesi 560 öğrenciye yüzlerce soruşturma açıldı, 95 öğrenci okuldan atıldı.
Soruşturmaların dayandırıldığı gerekçelere bakıldığında dahi baskının boyutunu görmek mümkün. Kendi okuluna zorla girmek, aynı anda iki ayrı yerde olmak, ideolojik sinevizyon izlemek, ideolojik halay çekmek, üniversiteye ayran sokmak, bölücü nitelikte ıslık çalmak, NTV ile röportaj yapmak, öğrencilere akordiyon çalmak, küpe takmak, saç uzatmak vs.

Saldırının diğer boyutunda polis müdahaleleri, gözaltılar, tutuklamalar var. Polisin üniversitelerin içine girerek öğrencilerin yemekhane boykotlarına, eylemlerine, şenliklerine saldırması alışıldık manzaralar olmaya başladı. Aralık ayında Mersin Üniversitesi'nde yaşanan faşist saldırıların ardından üniversite içerisinde yapılan protesto yürüyüşünde polis öğrencilere saldırmış, birçok öğrenci yaralanmış, 65 kişi gözaltına alınmış ve 10 kişi hakkında da arama emri çıkartılmıştı. Üç gün gözaltında tutulan 65 kişiden 12'si tutuklanmış ve daha sonrasında arama emri çıkartılanlardan ise bir kişinin daha tutuklanmasıyla tutuklu sayısı 13'e çıkmıştı. Buna benzer polis müdahalelerini daha sık duyar olduk.

Bu döneme damgasını vuran diğer bir gelişme de ülkücülerin üniversitelere yönelik saldırıları. Türkiye'nin her yerinden ülkücülerin satırla, bıçakla öğrencilere saldırdığını yeniden duyar olduk. Ege Üniversitesi'nde, Kocaeli Üniversitesi'nde, İstanbul Üniversitesi'nde, Ankara'da, faşist güruhlar üniversite yönetimlerinin soruşturma açtıkları eylemlere saldırdı, öğrencileri yaraladı.

Öğrenciler kimlik göstermeden, hatta bazen aranmadan, içeri alınmazken eli bıçaklı, satırlı ülkücü katillerin üniversite içlerinde nasıl fütursuzca terör estirebildiklerini sorguladığımızda saldırıların kendiliğinden hareketler olmadığını, sistematik bir saldırı kampanyasının parçası olduğunu daha net görebiliriz. Üniversitelerde solun etkinliğini kırmak için üniversite yönetimleri, polis ve faşist odaklarla işbirliği içinde çalışmaktadır. Bu nedenle demokratik haklarını kullanan öğrenciler soruşturma yağmuruna tutulurken, üniversitelere silahlı saldırı düzenleyenler yakalanmamaktadır.

Ardı arkası kesilmeyen soruşturma, polis müdahaleleri, faşist terörle üniversitelerde solun etkinliği kırılmaya, sol bastırılmaya çalışılmaktadır.

Üniversitelerin Önemi

Üniversiteler zaman içerisinde evrim geçiren rollere sahip olsalarda toplumda her zaman çok önemli ve özgün bir konuma sahiptirler. Gerek akademisyenler gerekse de öğrenciler zamanlarının büyük kısmını emen bir çalışma temposu içinde değillerdir. Bu yüzden politik mücadelelere ayıracak bolca zamanları vardır. Üstelik entelektüel birikimin merkezleri olan üniversitelerin aktif politik yaşama katılma eğilimi daha baştan mevcuttur. Toplum içindeki saygın konumları üniversitelere toplumun geri kalanını kolay etkileme şansı verir. Ayrıca üniversite öğrencileri aile geçindirmek, çocuk bakmak türünden sorumluluklara da sahip değildir, üstelik genç olmaları atak olmalarını beraberinde getirir.

Dünyanın farklı yer ve zamanlarında yaşanan deneyimler göstermiştir ki üniversite gençliği toplumsal mücadelelerin ayrılmaz bileşenlerinden biridir. Bitmez tükenmez dinamizmleriyle, sahip oldukları handikaplara rağmen, üniversite gençliği hızla radikalleşmeye en açık unsurlardan biridir. Hafızalarımızı fazla zorlamaya bile gerek kalmadan, Fransa'daki CPE yasasına karşı öğrenci eylemleri ya da Şili'deki öğrenci direnişlerini gözümüzü önüne getirsek bunu anlamak mümkün olur. Dünyadaki birçok örnekte olduğu gibi üniversite gençliği Türkiye'de de toplumsal mücadelenin değişilmez bir parçası olmuştur. Bu nedenle de toplumsal mücadeleyi hedef alan her saldırı üniversitelerde de yansımasını bulmakta gecikmemiştir. Bugün yaşananlar da bunun en açık kanıtlarıdır.

Tarihimizde özgürlük mücadelesinin önemli bir bileşeni olan gençlik hareketi, her dönem iktidarın ve faşist hareketin boy hedefiydi. Ancak yine de son zamanlarda artan saldırı ve baskıların rutin uygulamalar olduğunu sanmak artan tehlikeyi gözardı etmek olacaktır.


SONUÇ

Üniversitelerdeki devrimci kanalları kurutmak için vargücüyle saldıran kapitalist sınıflara bu saldırılarını boşa çıkartacak şekilde cevap verilmesi zorunludur. Bunun için alanlarımızı gericilere terketmemek, düzenli, azimli, istikrarlı bir faaliyet içinde olmak, örgütlenmek gibi her daim geçerli olan görevlerimizi yerine getirmek dışında solda egemen olan bazı kötü alışkanlık ve geleneklerden kopmak ve yeni bir devrimci kültür yaratmak zorundayız.

Yeni bir gelenek için atılması gereken adımların başında devrimcilerin marjinalleşmesini ortadan kaldıracak olan önlemler gelmelidir. Ültimatomculuk, elitizm, masa başı devrimciliği, bürokratizm gibi hastalıkları bünyemizden atmalıyız. Bunun yerine dışa dönüklük, devrimci çalışkanlık, şeffaflık, alçak gönüllülük ve dayanışma temel özelliklerimiz olmalı. Giriştiğimiz eylemliliklerin ve aldığımız tavırların nedenini kitlelere net bir şekilde anlatmalıyız. Ayrıca insanların bu konularda ne düşündüklerini, tavırlarımıza nasıl tepki gösterdiklerini düzenli olarak ölçmeliyiz. Bunun içinde kampüslerin, fakültelerin, kulüp ya da toplulukların, yurtların bileşimlerine hakim olmamız gerekiyor. Bu da ancak dışa dönüklük ve devrimci girişkenlikle olabilecek birşeydir.

Ancak bu şekilde gerek iradeden gerekse de faşistlerden ya da kolluk kuvvetlerinden gelecek saldırılara karşı koyabiliriz. Bahsi geçen yeni bir kültür, devrimciliği yeniden çekim merkezi yapabilecek, taraftarları ve devrimci saflarla olan dayanışmayı arttırabilecektir. Bu da kısa vadede düzen dışı solun üniversitelerde tutunmasını sağlayacak ve karşı saldırıya geçmemize olanak sağlayacaktır.

Yazının son kısmında solda var olan politik kültürlerin belirli ideolojik yaklaşımlardan beslendiğini belirtmek gerekiyor. Bu yüzden başta faşizme karşı mücadele olmak üzere devrimci mücadelenin tamamında Marksist ilkeleri rehber edinmemiz gerekiyor. Son kertede önümüzü açacak olan devrimci azmimiz ve ideolojimiz devrimci Marksizm olacaktır.