LENİN VE EMPERYALİST SAVAŞ
1914 yılının Ağustosunda savaşın patlak vermesiyle birlikte ortaya çıkan ilk soru şuydu: Emperyalist ülkelerin sosyalistleri "anavatanın savunulmasını" üstlenmeli miydiler? Konu birey olarak sosyalistlerin askerlik yükümlülüklerini yerine getirip getirmeyecekleriyle ilgili değildi -bu konuda başka seçenek yoktu; firar devrimci bir politika değildir. Sorun şuydu: Sosyalist partiler savaşı siyasi olarak desteklemeli miydiler? Savaş bütçesine oy vermeli miydiler? Hükümete karşı mücadeleyi bırakmalı ve "anavatanı savunmak" için ajitasyon yürütmeli miydiler? Lenin bu sorulara cevabı şu oldu: Hayır! Parti böyle yapmamalıydı, bunu yapmaya hakkı yoktu. Bir savaş söz konusu olduğu için değil, fakat bu gerici bir savaş olduğu için, köle sahipleri arasında, dünyanın yeniden paylaşılması için yapılan bir it dalaşı olduğu için.
Avrupa kıtası üzerinde ulus devletlerin oluşumu, yaklaşık olarak Büyük Fransız Devrimi ile başlayan ve 1870-71 Fransa-Prusya Savaşı ile sona eren bütün bir dönemi kaplamıştır. Bu dramatik on yıllar boyunca savaşlar ağırlıklı olarak ulusal bir karaktere sahiptiler. Savaşlar, bu dönem boyunca son derece ilerici bir tarihsel karaktere sahip olan üretici güçlerin ve kültürün gelişimi için zorunlu olan ulus devletlerin kurulması ya da savunulması için yürütülüyordu. Devrimciler yalnızca ulusal savaşları siyasi olarak destekleme hakkına sahip değildiler; bunu yapmakla yükümlüydüler.
Avrupa kapitalizmi 1871 ile 1914 yılları arasında yalnızca kendisini ulusal devletler temeli üzerinde geliştirmekle kalmadı, tekelci ya da emperyalist kapitalizme dönüşerek kendi ömrünü de uzattı. "Emperyalizm, kapitalizmin tüm gücünü tükettikten sonra, çöküşe geçtiği aşamadır." Bu çöküşün nedeni üretici güçlerin gerek özel mülkiyet çerçevesinde, gerekse de ulus devletin sınırları tarafından elinin kolunun bağlanmış olmasında yatmaktadır. Emperyalizm dünyayı bölmeye ve yeniden bölmeye çabalamaktadır. Bu noktada ulusal savaşların yerini emperyalist savaşlar alır. Bunlar tepeden tırnağa gerici bir karaktere sahiptir ve tekelci sermayenin içinde bulunduğu çıkmazın, durgunluğum ve çürümenin bir ifadesidir.
Emperyalizmin Gerici Doğası
Bununla birlikte dünya halen çok heterojen bir yapıya sahip olmayı sürdürüyor. Gelişmiş ülkelerin baskıcı emperyalizmi, ancak gezegenimiz üzerinde diğer geri kalmış ülkeler, ezilen uluslar, sömürge ve yarı-sömürge ülkeler bulunduğu sürece var olabilir. Ezilen halkların ulusal birlik ve ulusal bağımsızlık için verdikleri mücadeleler, bir taraftan o ulusların kendi gelişimleri için daha elverişli koşulları hazırlarken, diğer yandan emperyalizme darbe vurdukları için iki kat daha ilericidir. Sosyalistlerin, çağdaş, emperyalist, demokratik bir cumhuriyetle, sömürge bir ülkedeki geri, barbar bir monarşi arasındaki mücadelede, monarşisine rağmen tümüyle ezilen ülkenin tarafında ve "demokrasi"sine rağmen ezen ülkenin karşısında olmalarının nedeni tam da budur.
Emperyalizm kendi özgül amaçlarını -sömürgeler, pazarlar, hammadde kaynakları, nüfuz alanları ele geçirmek- "saldırganlara karşı barışı korumak", "anavatanın savunulması", "demokrasiyi savunmak" vb. türünden fikirlerle kamufle eder. Bu fikirler baştan aşağıya yanlıştır. Her sosyalistin görevi, bunları savunmak değil bilâkis halkın önünde maskesini düşürmektir. Lenin 1915 yılının Mart ayında, "İlk askeri saldırıyı hangi grubun yaptığının veya savaşı ilk kimin ilân ettiğinin sosyalistlerin taktiklerinin belirlenmesinde hiçbir önemi yoktur," diye yazıyordu. "Anavatanın savunulması, düşman istilâsını geri püskürtmek, bir savunma savaşı yürütmek gibi ifadeler, her iki tarafta da tamamen insanları kandırmaya yöneliktir." "On yıllarca" diye açıklıyordu Lenin, "üç haydut (İngiltere, Rusya ve Fransa'nın burjuvazileri ve hükümetleri) Almanya'yı yağmalamak için silahlandılar. Üç haydut daha ısmarladıkları yeni bıçakları ele geçiremeden, iki haydudun (Almanya ve Avusturya-Macaristan) bir saldırı başlatması şaşırtıcı bir durum mudur?"
Savaşın nesnel tarihsel anlamı proletarya için belirleyici öneme sahiptir: savaşı hangi sınıflar yürütüyor? Ve bunu ne amaçla yapıyorlar? Belirleyici olan budur, düşmanın daima halka başarılı bir şekilde saldırgan olarak resmedilebildiği diplomasi kurnazlığı değil. Emperyalistler tarafından demokrasi ve kültür sloganlarına yapılan göndermeler de aynı derecede yalandır. "... Alman burjuvazisi... işçi sınıfını ve emekçi kitleleri, savaşın... özgürlük ve uygarlık için ve Çarlık tarafından ezilen halkları özgürleştirmek için yürütüldüğüne ant içerek aldatmaktadır. İngiliz ve Fransız burjuvazileri... işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, savaşın... Alman militarizmine ve despotizmine karşı yürütüldüğüne ant içerek aldatmaktadır." Şu ya da bu türden bir siyasi üstyapı, emperyalizmin gerici ekonomik temelini değiştiremez. Aksine, üstyapıyı kendine tâbi kılan bu temeldir. "Günümüzde... hâlâ ilerici bir burjuvazi veya ilerici bir burjuva hareket düşünmek aptalcadır. Burjuva demokrasileri bütünüyle... gericileşmiştir." Emperyalist "demokrasi"ye ilişkin bu değerlendirme, tüm Leninist anlayışın temel taşını oluşturur.
Emperyalist kamplar tarafından yürütülen savaş, anavatan savunması ya da demokrasi için değil, dünyanın yeniden paylaşımı ve sömürgeci köleleştirme için yapıldığından, sosyalist bir insanın bir haydut kampı diğerine tercih etme hakkı yoktur. "Uluslararası proletarya açısından, savaşan iki ulusal gruptan hangisinin yenilgisinin sosyalizm için daha az zararlı olacağını belirlemeye" çabalamak tamamen boşunadır. Lenin, 1914 yılının Eylül ayının daha ilk günlerinde, emperyalist ülkelerin her biri ve tüm gruplaşmalar için savaşın içeriğini şu şekilde nitelendirmişti: "Pazarlar için ve yabancı toprakları yağmalamak için mücadele, tüm ülkelerde proletaryanın devrimci hareketinin önünü kesme ve demokrasiyi ezme gayreti, bütün ülkelerin proleterlerini aldatma, bölme ve ezme dürtüsü, burjuvazinin çıkarları için bir ulusun ücretli kölelerini diğer ulusun ücretli kölelerine karşı kışkırtma isteği; savaşın gerçek içeriği ve anlamı sadece budur." Bütün bunlar Stalin, Dimitrov ve şürekasının bugünkü öğretisinden ne kadar da uzak!
Barış için pasifist iç çekişlerle emperyalist savaşa karşı mücadele vermek mümkün değildir. "İşçi sınıfını aldatma yollarından biri de pasifizm ve soyut barış propagandasıdır. Kapitalizm altında, özellikle de onun emperyalist aşamasında, savaşların olması kaçınılmazdır." Emperyalistler tarafından kararlaştırılacak bir barış, ancak yeni bir savaştan önceki soluklanma dönemi olabilir. Yalnızca savaşa ve savaşı üreten emperyalizme karşı devrimci bir kitle mücadelesi, gerçek barışı sağlayabilir. "Bir dizi devrim olmaksızın, sözde demokratik barış bir orta sınıf ütopyasıdır."
Pasifizmin uyuşturucu ve zayıflatıcı yanılsamalarına karşı mücadele, Lenin'in öğretisindeki en önemli unsur olarak ortaya çıkar. Lenin, "kapitalizm altında apaçık bir ütopya olan silahsızlanma" talebini, özel bir düşmanlıkla reddetti.
Sosyal-Şovenizmin Kökleri
Gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi partilerinin çoğu, savaş sırasında kendi burjuvazilerinin tarafına geçtiler. Lenin bu eğilimi sosyal-şovenizm olarak adlandırdı: lafta sosyalizm, davranışta şovenizm. Enternasyonalizme ihanet gökten zembille inmedi, reformist uyarlanma politikalarının kaçınılmaz bir devamı ve gelişmesi olarak ortaya çıktı. "Oportünizm ve sosyal-şovenizmin ideolojik-politik içeriği bir ve aynıdır: sınıf mücadelesi yerine sınıf işbirliği, kendi hükümeti zor durumdayken bu zorluklardan devrim için yararlanmak yerine kendi hükümetini desteklemek."
Son savaştan hemen önceki -1909'dan 1913'e uzanan- kapitalist refah dönemi proletaryanın üst katmanlarını çok sıkı bir biçimde emperyalizme bağladı. Emperyalist burjuvazinin sömürgelerden ve genel olarak geri kalmış ülkelerden emperyalist burjuvazi tarafından elde edilen süper kârların ağız sulandırıcı kırıntıları, işçi aristokrasisi ve işçi bürokrasisinin payına düştü. Bu nedenle, onları yurtseverliğe iten şey doğrudan doğruya emperyalizmin politikalarındaki kişisel çıkarlarıydı. Bütün toplumsal ilişkileri tüm çıplaklığıyla açığa vuran savaş boyunca, "oportünistler ve şovenistler, burjuvaziyle, hükümetle ve Genel Kurmayla ittifakları nedeniyle büyük bir güce kavuşmuşlardı."
Sosyalizmdeki ara ve belki de en yaygın eğilim, barış zamanında reformizmle Marksizm arasında salınan ve bir yandan kendilerini kaba, pasifist sözlerle gizlemeye devam ederken neredeyse istisnasız olan sosyal-şovenistlerin esiri olan sözde merkezdir (Kautsky vb.). Kitlelere gelince, onlar kendilerinin on yıllardır yaratmış oldukları aygıtları tarafından gafil avlandılar ve aldatıldılar. Lenin, İkinci Enternasyonal'in işçi bürokrasisinin sosyolojik ve siyasi bir değerlendirmesini yaptıktan sonra yarı yolda durmadı. "Oportünistlerle birlik, işçilerin "kendi" ulusal burjuvazileriyle ittifak yapmasıdır ve uluslararası devrimci işçi sınıfı saflarında bir bölünmeye işaret eder." Buradan, enternasyonalistlerin sosyal-şovenistlerden kopmaları gerektiği sonucu çıkar. "Şu anda sosyalizmin görevlerini yerine getirmek olanaksızdır, oportünizmden…" ve merkezcilikten, "sosyalizm içindeki bu burjuva eğilimden kesin bir şekilde kopmadıkça işçilerin gerçek bir enternasyonal birliğini sağlamak mümkün değildir." Bizzat partinin adının değiştirilmesi gerekmektedir. "Lekelenmiş ve alçaltılmış olan "Sosyal-Demokrat" ismini bir kenara atıp, eski Marksist isme, Komünist ismine geri dönmek daha iyi olmaz mı?" İkinci Enternasyonal'den kopmanın ve Üçüncüyü inşa etmenin zamanıdır.
* * *
O zamandan bu yana geçen yirmi küsur yılda ne değişti? Emperyalizm çok daha şiddet dolu ve baskıcı bir karakter kazandı. Bugün emperyalizmin en tutarlı ifadesi faşizmdir. Emperyalist demokrasiler birkaç basamak aşağı düştüler ve doğal ve organik olarak faşizme doğru evrim geçiriyorlar. Ezilen ulusların uyanışı ve ulusal bağımsızlık istekleri keskinleştikçe, sömürgeci baskı daha da katlanılmaz hale gelmektedir. Diğer bir deyişle, Lenin'in emperyalist savaş teorisinin temelinde yer alan tüm bu ayırt edici özellikler, şimdi çok daha canlı ve keskin bir karakter kazanmış durumdadır.
Elbette komüno-şovenistler, uluslararası proletaryanın siyasetine sözüm ona tam bir dönüş yapan SSCB'nin varlığından söz edeceklerdir. Buna kısaca şöyle cevap verilebilir: SSCB doğmadan önce de, mücadeleleri desteklenmeyi hak eden ezilen uluslar, sömürgeler vb. vardı. Eğer kişi kendi ülkesinin sınırlarının dışındaki devrimci ve ilerici hareketleri, kendi emperyalist burjuvazisini desteklemek suretiyle destekleyebiliyor olsaydı, sosyal-yurtseverlik politikası ilkesel olarak doğru olurdu. O zaman Üçüncü Enternasyonal'i kurmak için de hiçbir neden kalmazdı. Bu işin bir yanı, fakat başka bir yanı daha var. Şu anda SSCB yirmi iki yıldır varlığını sürdürüyor. On yedi yıl boyunca Lenin'in ilkeleri yürürlükte kaldı. Komüno-şovenist politikalar keskinleşmeye başlayalı sadece dört beş yıl oldu. SSCB'nin varlığı savı bu yüzden yalnızca sahte bir kılıftır.
Eğer çeyrek yüzyıl önce Lenin, sosyalistlerin uygarlığı ve demokrasiyi savunmak bahanesi altında kendi milliyetçi emperyalizmlerinin yanına geçişini sosyal-şovenizm ve ihanet olarak adlandırdıysa, o zaman Lenin'in ilkeleri açısından bugün aynı politika çok daha canicedir. Yaşasaydı Lenin'in, kapitalist uygarlık çok daha derin bir çürüme içindeyken İkinci Enternasyonal'in tüm safsatalarını yeniden dirilten Komintern önderlerini nasıl adlandıracağını tahmin etmek güç değil.
Burada tehlikeli bir paradoks var; Komintern bayrağını Kremlin oligarşisinin izlerini silmek için kirli bir paçavraya çeviren sefil Komintern epigonları, Komünist Enternasyonal'in kurucusunun öğretilerine sadık kalanlara "dönek" diyorlar. Lenin haklıydı: Egemen sınıflar büyük devrimcilere sadece hayatları boyunca eziyet etmekle kalmazlar, ölümlerinden sonra onları görevi "kanunu ve düzeni" korumak olan ikonalara çevirmeye çalışarak, çok daha incelikli önlemlerle onlardan intikam alırlar. Elbette hiç kimse Lenin'in öğretilerini savunmak zorunda değildir. Ancak bizler, onun öğrencileri, hiç kimsenin bu öğretilerle alay etmesine ve tam karşıtına dönüştürmesine izin vermeyeceğiz.
3 Şubat 1939
Lev Troçki