STALİNİZM Mİ BOLŞEVİZM Mİ?
Gericiliğim hakim olduğu dönemler, işçi sınıfını parçalayıp zayıflatmakla kalmaz, hareketin genel ideolojik düzeyini aşağı çeker ve politik düşünceyi çok önceleri aşılan evrelere geri döndürür. Böyle durumlarda öncünün görevi her şeyden önce kendisinin akıntı tarafından geri sürüklenmesine izin vermemektir. Öncü akıntıya karşı yüzmelidir. Eğer güçler ilişkisinde ortaya çıkan çok elverişsiz bir durum daha önceleri kazanılmış olan politik mevzilerin korunmasına izin vermiyorsa, öncü en azından ideolojik konumunu korumalıdır, çünkü onda geçmişin ağır bedelli deneyimleri ifadesini bulur. Budalalar bu politikayı sekter bulacaktır. Gerçekte bu, tarihsel gelgitte tekrar ortaya çıkacak olan yeni bir büyük atılıma hazırlanmak için tek yoldur.
Marksizm'e ve Bolşevizm'e Verilen Tepki
Büyük politik yenilgiler değerlerin yeniden ele alınışını gerekli kılar. Bu genellikle iki şekilde olur. Bir tarafta yenilgiden çıkarılan deneyimlerle zenginleşen gerçek öncü, devrimci düşüncenin mirasını dişiyle tırnağıyla savunur ve bu temelde, gelişecek kitle mücadeleleri için yeni kadroların eğitimiyle uğraşır. Diğer tarafta, yenilgiyle korkuya kapılan rutinciler, merkezciler ve bilgiçler devrimci geleneğin otoritesini yıpratmak için ellerinden geleni yaparlar ve kendi ‘yenilik' arayışlarında daha da gerilere giderler. Herhangi birisi, böyle bir yenilgiden sonra çoğu zaman yerlerde sürünme şeklini alan ideolojik tepki örneği gösterebilir. İkinci ve Üçüncü Enternasyonalin tüm literatürü, böyle örneklerden oluşur. Marksist analizden alınan ilhamdan değil. Yenilgilerin nedenlerini açıklamaya yönelik basit, ciddi bir çabadan değil. Geleceğe dair tek bir sözden değil. Hiçbir şey. Bunun yerine basmakalıp laflar, uzlaşmacılık, yalanlar, ve her şeyden önce de kendi bürokratik ayrıcalıklarını koruma kaygısı. Bu çürümeyi görebilmek için, Hilferding veya Otto Bauer'den bir on satırı şöyle bir gözden geçirmek yeterlidir. Komintern'in teorisyenlerinden bahsetmeye bile değmez. Meşhur Dimitrov önünde bir bardak bira duran dükkancı kadar cahil ve sıradan. Bu insanların zihinleri Marksizm'i bırakmak için fazla tembel: Onun ırzına geçiyorlar.
Marksizm'e Dönüş
Marksizm en yüksek ifadesini Bolşevizm'de buldu. Bolşevizm'in bayrağı altında proletaryanın ilk zaferi kazanıldı ve ilk işçi devleti kuruldu. Hiçbir güç şimdi bu gerçeği tarihten silemez. Fakat Ekim Devrimi'nin ardından bürokrasi ve onun baskı, yağma ve sahtekarlık düzeninin zafer kazanması bir çok biçimci ve yüzeysek kafanın kestirme bir sonuç çıkarmasını beraberinde getirdi: Herhangi bir kimse Bolşevizm'den vazgeçmeden Stalinizm'le mücadele edemez. Schlamm gibileriyse daha ileri gidiyor: Stalinizm'e dönüşerek yozlaşan Bolşevizm, Marksizm'den kaynaklanır, sonuç olarak herhangi biri Marksizm temelinde kalarak Stalinizm'le savaşamaz. Bolşevizm'den Marksizm'e dönmeliyiz diyen, daha az tutarlı başkaları da var. Nasıl? Hangi Marksizm'e? Marksizm, Bolşevizm biçimine girip ‘iflas' etmeden önce çoktan sosyal demokrasi biçiminde çökmüştü. O zaman, ‘Marksizm'e Dönüş' sloganı İkinci ve Üçüncü Enternasyonal'in üzerinden Birinci Enternasyonal'a atlamak anlamına gelmez mi? Tarihsel açıdan iflas etmiş bir akım olarak Bolşevizm'den vazgeçilmesini önerenlerin hiçbiri farklı devrimci bir yön çizemediler. Böylece sorun basitçe Kapital'i okuma tavsiyesine indirgeniyor. Buna zor itiraz ederiz ama, Bolşevikler de Kapital'e çalışmışlardı, hem de iyi bir şekilde. Fakat bu Sovyet devletinin yozlaşmasını ve Moskova duruşmalarının sahneye konmasını engelleyemedi. Öyleyse ne yapılmalı?
Bolşevizm Stalinizm'den Sorumlu mudur?
Stalinizm'in Bolşevizm'in devamı olduğu doğru mudur? Bu ısrarla bütün gericiler tarafından iddia edilmektedir. Stalin'in kendisi de bu görüşü sahiplenmektedir. Menşevikler, Anarşistler ve kendini Marksist gören sol sekterlerin hepsi buna inanmaktadırlar. Onlar, “Biz bunu zaten önceden görüyorduk. Diğer sosyalist partileri yasaklayıp, Anarşistler'in bastırılmasından sonra, sovyetlerin (işçi konseyleri) içinde Bolşevik diktatörlüğünün kurulması Ekim Devrimini, ancak bir bürokratik diktatörlükle sonuçlandırabilirdi. Stalin, Leninizm'in hem devamcısı hem de iflasıdır.” diyorlar.
Bu görüşlerdeki yanlışlık, Bolşevizm'in, Ekim devrimi ve Sovyetler Birliği ile özdeşleştirilmesiyle başlıyor. Karşıt güçlerin birbirleriyle mücadelesinin tarihsel süreci yerine bir boşluk içerisinde Bolşevizm'in evrimi koyulmaktadır. Halbuki Bolşevizm, işçi sınıfıyla sıkı bağları olan, ancak onunla da özdeşlik arz etmeyen bir politik eğilimdir.
İşçi sınıfını çevreleyen 100 milyon köylü, çeşitli uluslar, baskı, yoksulluk ve cahillik mirasına sahip bir Sovyetler Birliği var. Bolşevikler tarafından inşa edilen devlet, sadece Bolşeviklerin düşünce ve iradelerini değil, aynı zamanda ülkenin kültürel düzeyini, nüfusun sosyal birleşimini, zorbalıklarla dolu bir tarihin ve daha az zorba olmayan dünya emperyalizminin baskısını yansıtmaktadır.
Sovyet Devleti'nin dejenerasyon sürecini Bolşevizm'in evrimi olarak göstermek, toplumsal gerçeklikleri görmezlikten gelmektir. Bu yapılırken de toplumsal gerçekliğin sadece bir parçası olan Bolşevizm, saf bir mantıkla gerçeklikten soyutlanarak gerçekliğin yerine geçirilmektedir. Temelde yapılan bu hatanın adını koyarak bile bu hatanın bütün izlerinin silmek mümkündür.
Bolşevizm kendisini Ekim devrimi ve ondan çıkan Sovyet Devleti ile hiçbir şekilde özdeşleştirmemiştir. Bolşevizm kendini tarihin sadece bir faktörü ama “bilinçli” bir faktörü olarak görmüştür. Bu faktör çok önemlidir ama bu aşamada en belirleyici olan değildir. Biz sadece ulusal çapta değil uluslararası çapta da hiçbir zaman tarihsel subjektivizm günahını işlemedik. Tarihsel gelişimin temelinde yükselen sınıf mücadelesini gördük.
Tarihsel Süreç
Köylülüğe ve özel mülkiyete taviz verirken, parti üyeliğine ilişkin sıkı kurallar koyarak partiyi düşman güçlerden temizlerken, diğer partileri yasaklarken, NEP dönemini başlatarak taviz verirken, emperyalist hükümetlerle anlaşmalar sonuçlandırırken, Bolşevikler, baştan beri teorik olarak net olan çok temel bir gerçekten sonuçlar çıkartıyorlardı. Bu temel gerçek, iktidarın ele geçirilmesi ne kadar önemliyse de bunun Parti'yi tarihsel sürecin yegane hükümdarı haline getirmediğidir.
Devleti ele geçirdikten sonra Parti, doğal olarak daha önce sahip olmadığı bir güçle toplumu etkileme olanağına sahip olur. Ancak bunun karşısında Parti, toplumun diğer kesimlerinden gelen on kat daha fazla etki ve baskıyla karşı karşıya kalır. Düşman güçlerin doğrudan saldırısıyla iktidardan da uzaklaştırılabilir. Gelişmelerin daha yavaş bir tempoda gerçekleşmesi durumunda Parti, iktidarı elinde tutmasına rağmen içten içe dejenerasyona uğrayabilir.
Stalinist bürokrasinin çürümesinden Bolşevizm'e karşı imha edici argümanlar bulmaya çalışan sekter mantıkçıların anlayamadıkları, işte bu tarihsel sürecin diyalektiğidir.
Söyledikleri özünde şudur: “Dejenerasyona karşı garantileri içinde taşımayan devrimci parti kötüdür.” Ancak bu kriterin kendisi yanlıştır. Bilimsel düşünce somut analizleri gerektirir. Bunu yapmak için Bolşevizm'den kopmaları gerekmiyordu. Tam tersine, Bolşevizm'in içinde onun kaderini açıklayıcı her şeyi bulabilirlerdi. Onlar şu sonucu çıkardılar: “Stalinizm kesinlikle Bolşevizm'in içinden büyüdü, mantıksal olarak değil ama diyalektik olarak; devrimci bir olumlama olarak değil ama Thermidorcu bir karşıtlık olarak. Bu ikisi aynı şey değildir.
Devrimi Savunmak
Bolşeviklerin, SSCB'de iktidardaki partinin dağılma nedenlerini açıklamaları için Moskova Mahkemelerini beklemeleri gerekmiyordu. Bu gelişmeleri çok önceleri teorik olarak tahmin etmiş ve üzerinde tartışmışlardı. Ekim Devriminden yıllar önce Bolşeviklerin öngörülerini hatırlayalım: “Ulusal ve uluslararası arenada güçlerin belirli bir bileşkesi işçi sınıfının öncelikle Rusya gibi geri kalmış bir ülkede iktidarı ele geçirmesine olanak tanıyabilir. Ancak yine aynı güçlerin bileşkesi, gelişmiş ülkelerin proletaryasının zaferi olmaksızın, Rusya'daki hükümetin yaşayamayacağını kanıtlar. Kendi başına kalırsa Sovyet rejimi ya düşecektir ya da dejenere olacaktır.”
Kendim, bunun üzerine 1905'te başlayarak defalarca yazdım. Rus Devrimi Tarihi adlı kitabımda Bolşevik liderlerinin 1917-1923 yılları arasında bu konuda yaptıkları bütün açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamaların hepsi aynı sonuca varıyor; Batı'da devrim olmazsa Bolşevizm ya içerden bir karşı-devrim ya da dışardan gelecek bir müdahale ile veya ikisinin bileşik etkisi sonucu yıkılacaktır.
Mart 1923'te yapılan 11. Parti Kongresi'nde Lenin, NEP dönemi sırasında genelde burjuva politikacılarının, özellikle de Liberal Profesör Ustrialov'un Sovyet Devleti'ne destek verme niyetinden söz etti. Ustrialov'un müdahale yanlısı bir burjuva olarak şöyle diyordu: “Ben Sovyetlerin desteklenmesi taraftarıyım, çünkü bugünkü çizgisiyle giderek burjuva iktidarına doğru kaymaktadır.”
Lenin soğukkanlı ve sert bir şekilde partiyi varolan tehlikeye karşı uyarıyordu: “Ustrialov'un söylediği mümkündür. Bunu açıkça ifade etmemiz gerekiyor. Tarih her türlü dönüşümlerin tanığıdır. Politikada güvenimize, inançlara, sadakate ve başka yüce ahlak değerlerine bağlı kalmak son derece önemsizdir. Tarihsel sonuç büyük kitleler tarafından belirlenir ki bunlar küçük bir grup insandan memnun değillerse, onlara pek de nazik davranmazlar.” Kısaca Parti, gelişmenin tek faktörü değildir: Tarihsel alanda ise tek belirleyici olan değildir.
Sol Muhalefet
Tarih bir kaç kişi tarafından yapılmaz, bunlar “en iyi” bir kaç kişi de olsa. Bu “en iyiler” bile düşman yani burjuva kültürünün etkisiyle dejenere olabilirler. Sovyet Devleti sadece sosyalizm yolunu terk etmekle kalmaz aynı zamanda Bolşevik Partisi elverişli olmayan tarihsel koşullar altında Bolşevizm'i de kaybedebilir. Bu tehlikenin anlaşılmasından dolayıdır ki Sol Muhalefet, 1923'te ortaya çıkmasından beri gün be gün artan dejenerasyonun belirtilerini görerek, büyüyen Thermidor'un karşısına proletarya öncülerinin bilinçli iradesini koymaya çalıştı.
Ne var ki sübjektif faktörün yetersiz olduğu ortaya çıktı. Lenin'e göre bu mücadelenin sonucunu belirleyecek olan “kitleler”, yoksulluktan ve Dünya Devrimi'ni beklemekten yoruldular, moralman yıkıma uğradılar. Bürokrasi mücadelede baskın çıktı, devrimci öncüleri sindirdi, Marksizm'i ayaklar altına aldı, Bolşevik Parti geleneğinin ırzına geçti. Stalinizm galip gelmişti. Bolşevizm Sol Muhalefet adıyla, Sovyet Bürokrasisi ve onun Komintern'inden koptu. Gelişmelerin gerçek seyri budur.
Kitleler Aldatılıyor
Resmi bağlamda Stalinizm Bolşevizm'den türemiştir. Moskova Bürokrasisi bugün hala kendini Bolşevik Partisi olarak adlandırmakta ve bu ismi kitleleri daha iyi kandırmak için kullanmaktadır. Kabuğu öz, görüntüyü de gerçek gibi algılayan teorisyenlerin halleri gerçekten acıklıdır. Bu teorisyenler Stalinizm'i, Bolşevizm'le özdeşleştirerek Thermidorculara en büyük hizmeti sunmakta ve böylelikle açıkça gerici bir rol oynamaktadırlar.
Bütün diğer partilerin yasaklanmış olmasından dolayı, nüfusun farklı kesimlerinin birbirine karşıt olan çıkarları ifadesini hükümet kuran parti içinde bulacaktır. Politik çekim gücü ne kadar öncü proletaryadan bürokrasiye kaymışsa partinin ideolojisi ve toplumsal tabanı da o kadar değişmiştir. Parti, gelişmelerin hızından dolayı, son 15 yıl içinde sosyal demokrasinin 50 yıllık kaymasından daha radikal bir şekilde dejenerasyona uğramıştır.
Şu anda partide yapılan temizleme harekatı Bolşevizm ve Stalinizm arasında bir çizgi çekilmesinden çok öte bir anlama sahiptir. Bu temizleme kandan bir ırmak yarattı: Eski nesilden bütün Bolşeviklerin, iç savaşa katılan orta yaş neslin önemli bir kısmının ve Bolşevik geleneğini ciddiye alan gençlerin yok edilmesi. Bu, Bolşevizm ve Stalinizm arasında sadece politik değil fiziki bir uyuşmazlığın olduğunu gösteriyor. Bu nasıl gözden kaçırılabilir.
‘Devlet sosyalizmi'
Anarşistler, Stalinizm'i yalnızca Bolşevizm'in ve Marksizm'in değil, genelde ‘Devlet Sosyalizminin' organik ürünü olarak görüyorlar. Onlar Bakunin'in ‘Özgür Komünler Federasyonu' teorisini daha modern olan ‘Özgür Sovyetler Federasyonu' ile değiş tokuş etmeye razılar. Ancak daha önce de olduğu gibi merkezi devlet gücüne karşılar. ‘Gerçekten ‘devlet', Marksizm'in bir dalı olan sosyal demokrasi iktidara geldikten sonra kapitalizmin ajanı haline getirilmiştir. Başka bir dalı ise ayrıcalıklı bir kesim yaratmıştır. Açık ki, bütün kötülüklerin kaynağı devletin kendisinde yatmaktadır.'
Geniş bir tarihsel açıdan bakıldığında bu nedensellikte gerçek payı vardır. Devlet bir zorlama aygıtı olarak politik ve ahlaksal çürümenin kaynağıdır. Deneyimin gösterdiği gibi bu ‘işçi devleti' için de geçerlidir. Sonuç olarak Stalinizm, devlet gibi bir ‘deli gömleğinden' kurtulamamış toplumun içinde bulunduğu koşulların ürünüdür.
Bu koşullar, insanlığın genel kültür düzeyi ve her şeyden önce de proletarya ve burjuvazi arasındaki güçler dengesini karakterize etse de, Marksizm'in ve Bolşevizm'in değerlendirmesine dair herhangi bir ipucu vermez.
İşçi devleti bile olsa, devletin kökeninin sınıf barbarlığına dayandığı ve gerçek insanlık tarihinin devletin ortadan kaldırılması ile başlayacağı konusunda Anarşistlerle anlaşsak da, hala önümüzde şu sorun durmaktadır: Hangi yöntem ve yollar nihai olarak devletin ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Anarşist yöntemlerin bizi bu amaca ulaştırmayacağını deneyimler sonucu gördük.
Açık İhanet
Dünyanın en önemli anarşist örgütü CNT'nin liderleri, en kritik anda burjuva bakanları oldular. Anarşizm teorisine ihanetlerini ‘olağanüstü koşulların baskısı' laflarıyla açıkladılar. Alman Sosyal Demokratları da zamanında aynı bahaneyi kullanmamışlar mıydı? Tabi ki iç savaş olağan ve barışçı değil, olağan üstü koşulların egemen olduğu bir durumdur. Ve de var olan her devrimci örgüt kendini tam da bu olağanüstü koşullar için hazırlar.
İspanya deneyimi bize bir kez daha gösterdi ki ‘olağan koşullarda', burjuvazinin izniyle bastırılabilen broşürlerde devlet ‘inkar' edilebilir. Ancak devrimci durumlarda devleti ‘inkar' değil ‘zaptetmek' gerekir. Bir kalem darbesiyle devleti yıkmadıkları için Anarşistleri suçlamaya niyetimiz yok. Anarşist liderler, Anarşist işçilerin bütün kahramanlığına rağmen iktidarı ellerine alma kapasitesine sahip değillerdi.
Ancak biz sadece ‘olağan koşullara' uygun olan, devrimin ‘olağan üstü koşulları' altında ise hemen terk dilmek zorunda kalınan Anarşist teoriyi fena halde suçluyoruz. Bazı generaller bir ordunun başına gelebilecek en kötü şeyin savaş olduğunu söylerler. Devrimin kendi doktrinlerini çökerttiği Anarşistler, bir devrimci durumda bu generallere ne kadar benzerler.
Stalin'in Ajanları
Marksistler Anarşistlerle nihai amaç konusunda anlaşırlar. Bu da devletin ortadan kaldırılmasıdır. Marksistler, devleti, onu ‘inkar' ederek ortadan kaldıramayacakları için ‘devletçidirler'. Stalinizm deneyimi Marksizm öğretisini çürütmez, tam tersine onu tepetakla ederek varolduğu için doğruluğunu kanıtlar.
Proletaryaya varolan koşulların içinde, kendisine doğru yön vermesini ve bunlardan aktif bir şekilde avantaj sağlamasını öğreten devrimci doktrinin içinde zaferin otomatik garantisi yoktur, ama zafer sadece bu doktrinin uygulanmasıyla kazanılabilir. Ne var ki, zaferi sadece bir tek olay olarak düşünmemek, onu bir tarihi dönemin perspektifiyle değerlendirmek gerekiyor.
Zayıf ekonomik temeller üzerinde duran, emperyalizm tarafından kuşatılmış olan işçi devleti Stalinizm'in jandarması haline dönüştürüldü. Ancak, gerçek Bolşevizm bu jandarmaya karşı ölüm kalım mücadelesini veriyor. Stalinizm kendisini koruyabilmek için adı artık ‘Troçkizm' olan Bolşevizm'e karşı doğrudan iç savaş açtı. Sadece SSCB'de değil İspanya'da da. Eski Bolşevik Partisi öldü ama Bolşevizm her yerde tekrar ayağa kalkıyor.
Stalinizm'in, Bolşevizm veya Marksizm'den çıktığını savunmak, daha geniş anlamda olsa da karşı-devrimin devrimden kaynaklandığını söylemeye benzer. Bu klişe, tutucu liberallerin ve daha sonraları reformist düşüncenin karakteristiğidir. Mantıkçı zatlar şu soruyu sormaktadırlar: “Toplumun sınıfsal yapısından dolayı devrimler her zaman karşı-devrimlere yol açıyor. Bu gerçek bize, devrimci yöntemde içsel bir sakatlık olduğunu göstermez mi?” Ne var ki ne liberaller ne de reformistler şu ana kadar daha ekonomik bir yöntem icat edemediler.
Yaşanan tarihsel süreci rasyonalize etmek kadar kolay değilse de, bu tarihsel sürecin dalgalarındaki değişikliğin rasyonel yorumunu yapmak zor değildir. Böyle saf bir mantıkla Stalin'i ‘Devlet Sosyalizmi'nden, Faşizmi Marksizm'den, gericiliği devrimden, kısacası antitezi tezden çıkarmak mümkündür. Birçok başka alanda olduğu gibi Anarşist düşünce bu alanda da liberal rasyonalizmi aşamaz. Gerçek devrimci düşünce ise diyalektik olmadan mümkün değildir.
Bolşevik ‘Günahlar'
Rasyonalistlerin argümanları zaman zaman, en azından dışsal formlar itibariyle daha somut bir hal alıyorlar. Stalinizm'i bir bütün olarak Bolşevizm'in politik ‘günahlarından' çıkartıyorlar. Onların argümanlarına göre Bolşevikler, işçi sınıfının diktatörlüğü yerine partinin diktatörlüğünü yerleştirdi. Bolşevikler, kendilerinin dışında bütün partileri yok ettiler. Stalin de Bolşevik Partisi'ni Bonapartist bir klik uğruna boğazladı. Bolşevikler, burjuvaziyle bazı anlarda uzlaştılar. Stalin ise burjuvazinin destekçisi ve müttefiki haline geldi. Bolşevikler, sendikalara ve burjuva parlamentosuna katılımı özendiriyorlardı, Stalin sendika bürokrasisi ve burjuva demokrasisi ile ‘dost' oldu. Bu örnekler istenirse çoğaltılabilir.
Proletarya ancak öncüleri aracılığı ile iktidarı ele geçirebilir. Devlet gücünün gerekliliği, kitlelerin heterojenliği ve kültür düzeyinin düşük oluşundan kaynaklanmaktadır. Kitlelerin özgürlüğü elde etmek isteği, parti olarak örgütlenmiş olan devrimci öncülerde kristalleşir. Sınıfın, öncülerine güveni yoksa onları desteklemiyorsa iktidarın ele geçirilmesinden söz edilemez.
Bu bağlamda proletarya devrimi ve diktatörlüğü bütün sınıfın mücadelesinin ürünüdür ama sadece sınıf öncülerinin liderliği altında gerçekleşebilir. Sovyetler (işçi konseyi) sınıf ve öncüleri arasındaki bağın tek örgütlü biçimidir. Bu örgütlenmeye devrimci içerik ancak parti tarafından kazandırılabilir. Bunun doğruluğu Ekim Devrimi ile pozitif olarak, Almanya, Avusturya ve son olarak da İspanya'da devrimlerin kaybedilmesi ile negatif olarak kanıtlandı.
Şu ana kadar hiç kimse ne pratik ne de teorik olarak kağıt üstünde, politik liderlik sağlayan devrimci parti olmaksızın, işçi sınıfının iktidarı nasıl ele geçireceğini gösterebilmiş değildir. Aslında İngiltere'de parlamentonun Muhafazakarların elinde olması parlamenter sistemi nasıl ortadan kaldırmıyorsa; bu partinin Sovyetleri politik olarak kendi liderliğine bağımlı kılması Sovyet sistemini ortadan kaldırmaz.
Proletaryanın Yenilgileri
Diğer Sovyet partilerinin yasaklanması Bolşevizm teorisinden kaynaklanmamaktadır. Bu, sadece, geri kalmış, yıkılmış ve her taraftan düşmanlarla çevrili olan bir ülkede, diktatörlüğü korumak için alınmış bir önlemdir. Bu ve daha sonra parti içindeki fraksiyonların yasaklanması önleminin ciddi bir tehlike oluşturduğu konusunda Bolşevikler baştan beri son derece nettiler. Ne var ki, tehlike doktrinde veya taktiklerde değil, diktatörlüğün maddi zayıflığı, ulusal ve uluslararası durumun zorluğundan kaynaklanmaktadır.
Sovyetler içinde başka partileri yasaklama zorunluluğunun ortadan kalkmasına sadece Almanya'da olası bir proleter devrimin zaferle sonuçlanması yeterdi. Tek parti egemenliğinin Stalinist totaliter sisteminin yasallık kazanmasına hizmet ettiği doğrudur. Ancak bunun nedeni Bolşevizm'in kendisi veya bir savaş önlemi olarak başka partilerin yasaklanması değil Avrupa ve Asya'da proletaryanın yenilgilerinin sayısıdır.
Bunlar, Anarşizmle mücadele için de geçerlidir. Devrimin o müthiş günlerinde Bolşevikler gerçek devrimci Anarşistlerle el ele idiler. Bunların bir çoğu partinin içine çekildiler. Anarşistlere ‘devletsizlik' teorilerini sınayabilecekleri bir bölge (orada yaşayan halkın da onayını alarak) tahsis edilmesini Lenin'le defalarca tartıştık. Ancak savaş, ambargo ve açlık koşulları böylesi planlara hiç fırsat bırakmadı.
Kronştad ayaklanmasına gelince; sanıyor musunuz ki devrimci hükümet, gerici asker ve köylülerin ayaklanmasına bazı kafası karışık Anarşistler katıldı diye başkenti koruyan kaleyi teslim edecekti? Kronştad, Mahkno ayaklanmaları hakkındaki mitler cahillik ve duygusallığa dayanmaktadır. Somut tarihsel bir analiz yapıldığında bu mitlere yer kalmayacakladır.
Ekim'in Kazanımları
Geriye kalan ve üzerinde durulması gereken gerçek, Bolşeviklerin baştan beri sadece ikna değil çoğu kere vahşet düzeyinde zor kullandıklarıdır. Bunlar asla üzülmeden anacağımız olaylar değildir, ama olaylar değerlendirilirken o dönemde söz konusu olanın işçi iktidarının varlığı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Bürokrasinin daha sonra bu ‘zorlama' sistemini devralarak kendi çıkarına kullandığı da tartışma götürmez. Gelişmenin her aşaması, bu devrim ve karşı-devrim bile olsa, bir önceki dönemden akarak gelir. Kökleri oradadır ve onun bazı özeliklerini taşır.
Liberaller her zaman Bolşevik diktatörlüğünün, Çarlığın sadece bir başka şekli olduğunu söylemişlerdir. Onlar, Monarşinin ve asilzadeliğin ortadan kaldırılmasını, toprağın köylüye devredilmesini, sermayenin kamulaştırılmasını, planlı ekonomiye ve ateist eğitime geçişi göz ardı ediyorlar.
Liberal-Anarşistler de Bolşevik Devrimin toplumsal ilişkileri kitlelerin lehine, Stalinist Thermidorcu altüst oluşun ise Sovyet toplumunu ayrıcalıklı bir azınlık lehine dönüştürdüğünü göz ardı ediyorlar. Açıktır ki, Stalinizm'in Bolşevizm ile özdeşleştirilmesinde hiçbir sosyalist kriter kullanılmamaktadır.
Bolşevizm'in en göze çarpan özelliklerinden biri onun teoriyle ilgili konularda sert, sabırlı, hatta kavgacı olan tartışma yaratıcı tavrıdır. Lenin'in 27 ciltlik yazıları, teorik bilincin en üst aşamasının bir örneği olma özelliğini sonsuza kadar sürdürecektir. Bu temel özellik olmaksızın Bolşevizm tarihsel misyonunu gerçekleştiremezdi. Bu bağlamda Stalinizm kaba, cahil ve tümüyle deneysel olma özellikleriyle Bolşevizm'in karşı kutbundadır.
Teoriye Düşmanlık
Sol Muhalefet on yıl önce programında şunları söylüyordu: ‘Lenin'in ölümünden bu yana, tek amacı Stalin grubunun uluslararası proleter devrimin önünü kesmesini meşrulaştırmak olan yeni teoriler üretiliyor.' İspanya İç Savaşı'na katılmış olan Amerikan yazar Liston M. Oak daha birkaç gün önce yayınlanan yazısında şunları belirtiyor: “Stalinistler, revizyonistlerin en büyüğüdür. Bernstein bile Stalin'in Marksizm'e yaptığı revizyonun yarısına yeltenecek cesareti bulamamıştı.” Bu, tam olarak doğrudur. Buna eklenmesi gereken bir nokta var, o da Bernstein'in teoriye ihtiyacı olduğudur. Bernstein, reformist pratik ile sosyal demokrasi ve onun programı arasında bilinçli bir bağ kurmaya çalıştı. Stalinist bürokrasi ise Marksizm'le hiçbir ortak yanı olmadığı gibi, başka herhangi bir doktrin veya sisteme de tümüyle yabancıdır. Stalinizm ideolojisine polis öznelliği tümüyle nüfuz etmiştir, pratiği ise kaba kuvvetin deneyselliğidir. Bu zorbalar topluluğu kendi çıkarlarına tam bağlı kalarak her türlü teoriye düşmanlık besler. Stalinizm, kendi toplumsal rolünü ne kendisine ne de başkasına açıklayabilir. Stalin bir teorisyenin kalemiyle değil, GPU'nun (KGB'nin öncüsü) ökçesiyle Marksizm ve Leninizm'i revize eder.
Bolşevizm'in ‘ahlaksız' olduğu yönündeki şikayetler hep maskeleri Bolşevizm tarafından düşürülmüş olanlardan gelmektedir. Bu çevreler geleneksel değerlere sahip olan ya da buna sahip olmayıp açığını geleneksel bir dil kullanarak örtmeye çalışan küçük burjuvalar, entelektüeller, demokratik ‘sosyalistler', parlâmenterler veya edebiyatçılardır. “Yaşa ve yaşat” sloganıyla ortak çıkarlarını korumak için varolan bu geniş ve rengarenk topluluk, Marksizm'in, kendi nazik tenlerine dokunmasına tahammül edemezler. Değişik kamplar arasında sürekli zigzag çizen bu teorisyen, yazar ve ahlakçılar, Bolşeviklerin kötü niyetliliklerinden dolayı ‘ayrılıkları' abarttıklarını, ‘sadakat' temelinde işbirliği yapmaktan aciz olduklarını ve bütün bunlardan dolayı işçi hareketini böldüklerini düşünüyorlardı ve böyle de düşünmeye devam ediyorlar. Gerçek şudur ki, safsata ve yan çizmelere karşı uzlaşmaz bir tutum sahibi olmak değeri biçilmez bir niteliktir, devrimci partiyi eğitir ve ‘olağanüstü koşullara' hazırlıksız yakalanmasını önler.
Söz ve Eylemler
Her partinin ahlaki niteliği nihai olarak temsil ettiği tarihsel çıkarlardan kaynaklanmaktadır. Bolşeviklerin, kendini feda etmek, çıkar sağlamama, cüretkarlık ve göstermelik olan her şeye karşı nefret gibi ahlaki nitelikleri ezilenlerin hizmetinde olan devrimci uzlaşmazlıktan gelmektedir. Stalinist bürokrasi bu alanda da Bolşevizm'in söz ve davranışlarını taklit ediyor. Ancak ‘uzlaşmazlık' ve ‘esneksizlik', ayrıcalıklı azınlık yararına polis aygıtı tarafından uygulandığında, demoralizasyon ve gangasterizme kaynaklık ediyor. Thermidorcuların bürokratik iki yüzlülüğünü Bolşeviklerin devrimci kahramanlığı ile özdeşleştirenlerden ancak nefret edilebilinir.
Yakın geçmişin dramatik olaylarından sonra ancak sıradan cahiller hala Bolşevizm (Troçkizm) ve Stalinizm arasındaki mücadeleyi kişilikler arasındaki bir anlaşmazlıklar veya bireysel kariyerizm ya da en iyi ihtimalle Bolşevizm'in değişik tonları arasında bir çelişki olarak algılayabilir. Stalin ve Troçki arasındaki, bireysel ‘rekabet' değil tam tersine bürokrasi ve proletarya arasındaki düşmanlıktır.
Bunu, bugün SSCB'yi yöneten tabakanın, henüz yok edemediği devrimci geleneğin maskesini takmak zorunda kalmasından anlayabiliriz. Ama, onlar aynı zamanda doğrudan iç savaş yoluyla (kanlı temizlik-hoşnutsuz olanları kitlesel bir şekilde yok etmek) toplumsal rejimi değiştirmeye hazırlamaktadır.
İspanya'da Stalinizm halihazırda Sosyalizme karşı burjuvaziden yana tavır almıştır. Bonapartist bürokrasiye karşı mücadele gözlerimizin önünde iki ayrı dünya, iki ayrı program ve iki ayrı ahlak arasındaki sınıf savaşına dönüşmektedir.
Bolşevik Gelenek ve 4.Enternasyonal
Bolşevik Partisi eyleminde, en yüksek düzeyde devrimci girişkenlik ve politik gerçekçilikten oluşan bir bileşke ortaya koymuştur. Zaferi getiren öncü ile sınıf arasındaki uyumu Bolşevikler ilk defa sağlamıştır. Yine deneyim, proletarya ile ezilen kır ve kent küçük burjuva kitleleri arasındaki ittifakın ancak geleneksel küçük burjuva partilerini politik olarak devirerek mümkün olabileceğini kanıtlamıştır.
Bolşevik Partisi silahlı ayaklanmayı ve iktidarın nasıl ele geçirileceğini bütün dünyaya göstermiştir. Sovyetlerin parti diktatörlüğünden soyutlanmasını savunanlar şunu anlamak zorundalar: Sovyetlerin, reformizmin batağından çekilmesi ve bunlar aracılığıyla proletaryanın devlet şeklini alması ancak Bolşevikler sayesinde olmuştur.
İç savaş sırasında Bolşevik Partisi savaş sanatı ile Marksist politikaların doğru bileşkesini bulmuştur. Stalinist bürokrasi yeni toplumun ekonomik temellerini yıkmayı başarsa bile, Bolşevik Partinin liderliği altındaki planlı ekonomi deneyimi insanlığın en büyük öğretisi olarak tarihe geçecektir. Bu gerçeği ancak, bozulmuş, saldırgan ve tarihsel sürece sırtını dönmüş sekterler göz ardı edebilirler.
Ancak burada bitmiyor: Bolşevik Partisi bütün bu muhteşem pratik işleri kat ettiği yolun her bölümünü teoriyle aydınlattığı için gerçekleştirebildi. Bolşevizm bu teoriyi yaratmadı ama Marksizm tarafından donatıldı, Marksizm hareketin teorisidir, durgunluğun değil. Sadece büyük tarihsel çapta olaylar bu teoriyi zenginleştirebilir. Bolşevik gelenek, bir savaşlar ve devrimler çağı olarak emperyalizm çağı; çürüyen kapitalizm çağındaki burjuva demokrasisi, genel grev ve ayaklanma arasındaki doğrusal bir bağ bulunduğu, partinin oynadığı rol; proleter döneminde Sovyet Devleti ve sendikalar konusundaki analizler, geçiş dönemi ekonomisi, kapitalist çürüme döneminde Faşizm ve Bonapartizm teorisi ve son olarak da Bolşevik Partisinin ve Sovyet Devletinin dejenerasyonu analizi ile Marksizm'e paha biçilmez bir katkı yapmıştır.
Bolşevizm'in genelleştirmelerine ve sonuçlarına ciddi sayılabilecek katkıda bulunmuş başka bir eğilimin adını vermeme izin verin. Onlar geçmişin yıkılmış artıklarından besleniyorlar. Komintern'in dejenerasyonu, en açık şekliyle teorisinin İkinci Enternasyonal'in düzeyine düşmüşlüğünde görülebilir.
Aradaki grupların bütün versiyonları (Büyük Britanya Bağımsız İşçi Partisi, İspanya'da POUM ve benzerleri) her hafta Marksizm-Leninizm'in parçalarını gelişi güzel günlük çıkarları için değiştiriyorlar. Onlar işçilere hiçbir şey öğretemezler.
Sadece Dördüncü Enternasyonal'in kurucuları teoriye ciddiyetle yaklaşıyorlar. Bazı cahiller Ekim Devrimi'nden 20 yıl sonra devrimcilerin küçük propaganda grubu konumuna geri itilmiş olmalarıyla alay edebilirler. Büyük kapitalistler bu konuda (başka konularda olduğu gibi) kendini sosyalist veya komünist sayan küçük burjuvalardan daha fazla kavrama gücüne sahipler. Bu bağlamda Dördüncü Enternasyonal'in dünya basınının sütunlarından düşmemesi bir rastlantı değildir. Devrimci liderliğe duyulan acil ve tarihsel ihtiyaç, Dördüncü Enternasyonal'in olağanüstü bir tempo ile büyüme potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. İlerdeki başarılarının en büyük garantisi, büyük tarihsel yolun dışında yükselmeyip Bolşevizm'in organik bir uzantısı olarak büyümesinde yatıyor.
Leon Troçki - 1937