Taraftarı Kullanıyorlar
Türkiye Birinci Liginde uzun yıllar forma giymiş, Galatasaray'da futbolcuların örgütlenmesi için büyük uğraşlar vermiş ve bu uğraşları neticesinde gittiği takımlarda şimşekleri üzerine çekmiş eski futbolcu Metin Kurt'la statlarda yaşanan şiddet olayları, ırkçılık ve spor mu, oyun mu tartışmalarının konuşulduğu röportajı yayınlıyoruz:
Taraftar kimdir, ne iş yapar?
M.K.: Taraftar öncelikle 12. adam değildir. Tarftarı kullanmak isteyen egemen güçler onlara bu payeyi biçmişlerdir. Spor ve futbol egemenlerin iktidar aracıdır. Egemenler sınıfsal çelişkilerin yoğunlaşması karşısında kendilerine göre tedbirler alırlar. Kendisinden önce ve sonra ortaya çıkmış araçları kullanmak isterler. Futbol da bunlardan biridir. Taraftar tribüne özgür olarak gittiğini zanneder. Ama sadece zanneder. Kendini bir izleyici olarak görür ama aslında taraftarı oraya gönderen güçler, onu izleyici olmaktan uzaklaştırmışlardır. “Tarftar 12. adamdır” masalının kökeni de buradan gelir. Oraya taraftar izleyici olarak değil, oyuncu olarak gider. Oyuncu olarak gittiği için de oradaki bir yenilgide en büyük üzüntüyü o yaşar. Çünkü o da oynamamıştır, o da her pozisyonun içindedir. Stada gittiğimde ben görüyorum; adam da futbolcu ile birlikte topa vuruyor.
Son dönemde statlardaki şiddet olaylarında ciddi bir tırmanış gözükmekte. Yine statlarda ırkçı söylemler ve ırkçı pankartlar boy gösteriyor.
M.K.: Spor siyasetten, ekonomiden, kültürden ve toplumun sosyo-ekonomik durumundan ayrı düşünülemez. Spor toplumun yaşadığı anın aynasıdır. Dünya genelinde ve özellikle Avrupa'da ırkçı söylemlerin arttığına tanık oluyoruz. Bizim izlediklerimiz de bunun sahalara ve statlara bir yansıması. Bunda çok şaşılacak ya da hayret edilecek bir durum yok. Sokaklarda yaşananların sahalara yansımasından başka birşey değil.
Gaziantep ve Adanademirspor maçlarında kardeşlik pankartları, diğer maçlarda da “Hepimiz Ogün Samast'ız” pankartları açıldı.
Buraya gelen insanların geliş amaçları önceden programlanmıştır. O, ara sıra olanlar (Antep ve Adanademirspor maçlarında açılan kardeşlik pankartları) münferit olaylardır. Öbür olanlar ise normal olaylardır, münferit değildir. Açılan pankartlar solun fantazisi ya da solun rüyası... Ama gerçek o değil, iki dakikada indiriler sizin açtığınız o sol içerikli pankartı. Bu camiye gidip imamla din üzerine konuşmaya benziyor. Bugünkü statların artık postmodern bir tapınak ve bir ayin yeri haline geldiğini görmüyor musunuz?
Aynı takım taraftarları arasında bile bir bölünme göze çarpıyor. Artık BJK'liyim, GS'liyim, FB'liyim demek yetmiyor. Birçok taraftar kendini Çarşı'lıyım, Ultraslanım, FenerbahChe'liyim diye ifade ediyor. Hatta bu gruplar kendi amblemlerini yaratıyor, statlarda belli yerlerde oturuyorlar. Bunun sebebi nedir?
M.K.: Eski futbolculara hep sorarlar ‘Sizin zamamnınızda da böyle miydi?' diye. Bizim zamanımızda böyle değildi. tribünlerde herkes yan yana otururdu. Özel tribünler yoktu, herkes aynı statüdeydi. FB'liler ve GS'liler yan yana otururdu. Fakat o zaman tribünlerin profilleri de farklıydı. O zaman maç izlemek bu kadar lüks ve pahalı değildi. 60'lardan sonra rakip taraftarlar ayrılmaya başlandı. Ardından aynı takımın taraftarları statülerine göre kendi içlerinde ayrılmaya başladı.
Burada şu çok önemli; biz sadece bu tabloyu izlemekle mi yetineceğiz, yoksa o arkadaşlarımızın yaptığı gibi iki pankart alıp ölmeye mi gideceğiz? Ya da görmezlikten mi geleceğiz? Görmezlikten gelme şansımız yok. O mekanizma stadyumlarda bizim aleyhimize çalışıyor. En yakın arkadaşlarımız da gidip orada bağırıyor.
Bir diğer soru: Ayrı mı örgütleneceğiz? Bunu yapmak da mümkün değil. En yukarıda FIFA ve UEFA var. Uluslararası tekeller buralarda örgütlenmiş ve bunu denetimi altına almış. Herkes bu soruları sorararak tartışmaya başlamalı.
Hemen biz soralım, nedir bunun cevabı?
M.K.: Tabanı oyun olmayan spor emek batakhanesidir. Yani içinde rekabet olan, içinde kazananın ve kaybedenin olduğu spor, emekçilere kurulmuş bir tuzaktan başka birşey değildir. Bu cümlenin altını bir kez daha çiziyorum ‘Tabanı oyun olmayan spor emekçileri yutar.'
Oynamak ve oynatmak lazım. Oyunu savunacaksınız. Spor da sporcuyu koruyacaksınız. Çünkü oyun özgürlüktür, oyunla yetişen bir çocuk gladyatör olmayacaktır. Sadece sporcu olacaktır.
Şimdi sokakta tek başına yürüyen adama ne yapıyorsun diye sorsan, “Ben spor yapıyorum” der. Belgrad ormanında yürüyüş yapan da spor yaptığını söylüyor, ağzı burnu kan içinde kalmış boksör de spor yaptığını söylüyor. Spor başka bir olay. Evvela spor yapabilmek için bir insanın spor yapabilecek boş zamanlarının olması gerekiyor. Benim çalıştırdığım takımda bir sürü sporcu yetenekli olduğu halde antrenmana gelemediği için sporu bırakmak zorunda kaldı.
Amatörle profesyonel arasında sadece bir nüans farkı vardır. Şimdi soruyorum, benim takımımdaki amatör futbolcularla profesyonel futbolcuların çalışma temposu arasında ne fark var? Alet ve saha farkı gibi maddi farklar dışında pek bir fark yok. Biz kulüp olarak amatör futbolculara 500 ytl destek oluyoruz. Bu destek olmasa hiçbiri gelmez. Bugün amatör kulüplerin yıllık bütçesi 70-80 milyar. Futbol Federasyonunun yıllık bütçesi son 5-6 yılda 120 milyon dolara çıkmış. Spor medyatik bir şova dönüşmüş durumda. Sporun sağlıkla, beden eğitimiyle bir alakası yoktur. Çok büyük bir adaletsizlik var.
Peki bir çözüm öneriniz var mı?
M.K.: Önce şunu belirtelim; biz bugünkü kapitalist spor anlayışını değerlendiriyoruz. Kapitalist sporun, toplumun eğitim, sağlık ve üretim ilişkileri ile bir alakası yoktur. Masum toplumsal bir olay değildir. Medyatik bir şovdur. Bu şovun dayandığı toplumsal ilişkilerin tabanında şike vardır, burjuva siyaset vardır, şiddet vardır, küfür vardır vs... vardır. En son İtalya'da bir kişi öldü. Biz de 60'lı yıllarda 40 kişi öldü. Ekvador bu yüzden savaş alanına döndü.
Bir kez daha yinelemekte fayda görüyorum. Biz oyun oynatmalıyız. Oyun oynamış ve buradan gelişmil birinin davranışları çok daha farklı olacaktır. Oyundan yetişmiş bir kimsenin şiddetle ve ırkçılıkla işi olmaz. Yenmenin herşey olduğu bir sistemde ise yenmek için programlanmış bir oyuncu ve seyirci kitlesi, yenebilmenin yolu nereden geçiyorsa bunun tüm gereklerini yerine getirmeye çalışır. Yenmenin yolu, karşısındakini aşağılayıp küfür edip moralini bozmaktan, onu baskı altına almaktan ve ona şiddet uygulamaktan geçiyorsa bunların tümünü yapar.
Biz oyundan geliyoruz. Sabahtan akşama kadar sokakta top oynuyorduk. Biz mahalle arasında oynarken iyi oynayanların hepsini aynı takıma koymazdık. İyi oynayanları iki takım arasında paylaştırırdık ki takımlar arasında bir denge sağlansın, oynadığımız oyunun keyfi olsun. Biz salt oyundan bahsediyoruz.
Beşiktaş'ta Yusuf abi vardı. Genç takımdan A takıma çıkmıştı. O maçlardan sonra gelir sokak arasında bizimle top oynardı. Bizim mahalle arasında yaptığımız oyun olduğu için bizimle oynamaktan daha çok keyif alıyordu. Bir kez daha söylüyorum, spor değil oyun...
Röportajı yapan: Ersin Büyükbaş
Evrensel / Genç Hayat